Saç kesimi ve kişisel bakım hizmeti sunan, aynı zamanda müşterilerinin "dert ortağı" olarak nitelendirilen kuaförler ile manikürist ve ağdacılar için mesleki standartlar belirlendi.
Ulusal meslek standartlarının belirlenmesine yönelik çalışmalar kapsamında, Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonunca hazırlanan meslek standartlarına göre, bu meslekleri yapacakların çalışma ortamları aydınlık ve havalandırılmış olacak.
Bu kişiler, iş sağlığı ve güvenliği konusunda işyeri dışındaki kurumların eğitimlerine katılacak. Çalışma tezgahlarını hijyen kurallarına uygun şekilde makine ve temizlik malzemesi kullanarak temizleyecek. Malzemeleri steril ortamda saklayacak.
Kuaför, maniküristler ve ağdacılar, müşteri kaydını tutacak. Müşterilere uygulanan kimyasal işlemler, kullanılan malzeme oranı, model gibi işlem ve iletişim bilgilerinin bulunduğu çizelgeyi elektronik ortamda yazılı hazırlayacak.
Müşteriye ilk defa kullanılacak kozmetik ürünlerden, müşterinin dirsek içi ya da kulak arkasına küçük bir miktar sürerek alerji testi yapacak.
Kuaförler, müşteriye saç modeline ilişkin önerilerde bulunacak, saçın son şeklini aynayla uygun açılardan göstererek müşterinin isteği doğrultusunda gereken değişikliği gerçekleştirecek.
Kuaför, manikürist ve ağdacıların bazı bilgi ve becerileri taşımaları da gerekecek. Buna göre, bu meslekleri yapanlar iletişim yeteneğine, moda, güzellik ve estetik bilgisine sahip olacak. İnsan anatomisi ve psikolojisi bilmeleri istenilen bu kişilerin, bulaşıcı hastalıklar, deri ve cilt hastalıkları, dezenfeksiyon konularında da bilgi sahibi olmaları gerekecek.
Bu kişiler, el becerisi, zamanı iyi kullanma gibi mesleğin gerektirdiği yetkinliklerin yanı sıra ilkyardım ve temel alerji konularında da bilgi sahibi olacak.
Kuaför, manikürist ve ağdacıların mesleklerini yaparken, sahip olması gereken bazı tutum ve davranışlar ise şöyle:
- Çalışırken temiz ve titiz olmaya özen göstermek
- İletişim kurduğu kişilerle etkili ve güzel konuşmak
- Kişisel bakım ve hijyene dikkat etmek
- Karşılaşılan sorunlar karşısında soğukkanlı olmak ve sorunlara çözüm üretebilmek
- Müşterilerden ya da çalışanlardan edindiği bilgileri gizli tutmak
- Değişime açık olmak ve değişen koşullara uyum sağlamak.
Sayfalar
- Ana Sayfa
- Gezilecek Yerler
- Bodrum Otelleri
- Alaçatı Otelleri
- Fethiye Otelleri
- Çeşme Otelleri
- Marmaris Otelleri
- Kaş Otelleri
- Alanya Otelleri
- Balayı Otelleri
- Ayvalık Otelleri
- Bungalov Otelleri
- Butik Oteller
- Dalyan Otelleri
- Datça Oteller
- Göcek Otelleri
- Kapadokya Otelleri
- Kuşadası Otelleri
- Yalıkavak Otelleri
- Karadeniz Otelleri
- Kemer Otelleri
- İstanbul Otelleri
- Termal Oteller
- Antalya Oteller
- Diğer Oteller
- İzmir Otelleri
31 Ekim 2016 Pazartesi
İnsanoğlu 4 yıl içinde dünyadaki omurgalıların 3'te 2'sini yok etmiş olacak
Doğayı Koruma Vakfının (WWF) "2016 Yaşayan Gezegen Raporu"na göre, son 40 yılda memeliler, kuşlar, sürüngenler ve balıklar gibi omurgalı hayvan popülasyonunun yarısından fazlası yok oldu. Verilere göre gidişat ise daha da kötü.
WWF tarafından her iki yılda bir yayımlanan ve küresel biyolojik çeşitlilik eğilimini ve gezegenin sağlık durumunu tespit etmeyi amaçlayan "Yaşayan Gezegen Raporu", mevcut doğal yaşamı ve insan faaliyetlerinin buna etkisini ortaya koyuyor.
Raporun analizlerini içeren "Yaşayan Gezegen Endeksi (YGE)", çeşitli omurgalı türlerin popülasyon verisini toplamak ve zaman içinde popülasyon büyüklüklerinde yaşanan ortalama değişimleri hesaplamak için biyolojik çeşitliliği ölçüyor.
2020'de omurgalıların yüzde 67'si kaybolabilir
YGE, aralarında memeliler, kuşlar, balıklar, amfibiler, sürüngenlerin olduğu 3 bin 706 omurgalı türüne ait 14 bin 152 popülasyonun izlenmesiyle elde edilen bilimsel verilere dayanıyor.
Rapordaki YGE'ye göre, 1970-2012 yılları arasında omurgalı nüfusunda yüzde 58'lik genel bir düşüş yaşandı. Bu da son 40 yılda memelilerin, kuşların, sürüngenlerin, çift yaşamlıların ve balıkların, popülasyon varlıklarının yarısından fazlasının yok olduğu anlamına geliyor.
Düşüş eğilimi devam ederse, 2020 itibarıyla türlerin popülasyonlarının yüzde 67'si kaybolabilir. Popülasyondaki düşüşün nedenleri arasında habitat kaybı ve bozulması, kirlilik, istilacı türler ve hastalıklar, aşırı avcılık ve iklim değişikliği gösteriliyor.
Rapora göre, ormanlar, bozkırlar, çayırlar, çöller, şehirler ve tarımsal alanlarda izlenen bin 678 türe ait 4 bin 658 popülasyonda yüzde 38'lik düşüş yaşandı.
Balıklar tükeniyor
Göller, nehirler ve sulak alanlardaki 881 tatlı su türüne ait 3 bin 324 popülasyon üzerindeki gözlemlere göre ise yüzde 81'lik düşüş oldu.
Mercan kayalıkları, mangrov ormanları ve balıkçılık sahaları dahil olmak üzere okyanuslar ve denizlerdeki bin 353 deniz türüne ait 6 bin 170 popülasyonda da toplam yüzde 36'lık azalma yaşandı.
Raporda, küresel balık avına stok sağlayan balık popülasyonunun büyük bir kısmının aşırı avlanmış durumda olduğu ya da tamamen tükendiği ifade ediliyor.
Afrika filleri tehdit altında
Raporda, Afrika fillerinin yasa dışı avcılık başta olmak üzere, aşırı sömürülmenin, habitat bozulmasının ve yaşam alanı kaybının ciddi tehdidi altında olduğuna da işaret edilerek, bugün yalnızca 415 bin Afrika filinin kaldığı bilgisi veriliyor.
Köpek balığı, keler ve vatozların, aşırı avcılık sebebiyle tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunun tahmin edildiği rapora göre, Irrawaddy yunusu gibi nehir yunuslarının nüfusu da tesadüfi avcılık sebebiyle hızla düşüyor.
2016 Yaşayan Gezegen Raporu'ndaki endekse, daha önceki rapordan farklı olarak 668 tür ve 3 bin 772 popülasyon eklendi.
WWF tarafından her iki yılda bir yayımlanan ve küresel biyolojik çeşitlilik eğilimini ve gezegenin sağlık durumunu tespit etmeyi amaçlayan "Yaşayan Gezegen Raporu", mevcut doğal yaşamı ve insan faaliyetlerinin buna etkisini ortaya koyuyor.
Raporun analizlerini içeren "Yaşayan Gezegen Endeksi (YGE)", çeşitli omurgalı türlerin popülasyon verisini toplamak ve zaman içinde popülasyon büyüklüklerinde yaşanan ortalama değişimleri hesaplamak için biyolojik çeşitliliği ölçüyor.
2020'de omurgalıların yüzde 67'si kaybolabilir
YGE, aralarında memeliler, kuşlar, balıklar, amfibiler, sürüngenlerin olduğu 3 bin 706 omurgalı türüne ait 14 bin 152 popülasyonun izlenmesiyle elde edilen bilimsel verilere dayanıyor.
Rapordaki YGE'ye göre, 1970-2012 yılları arasında omurgalı nüfusunda yüzde 58'lik genel bir düşüş yaşandı. Bu da son 40 yılda memelilerin, kuşların, sürüngenlerin, çift yaşamlıların ve balıkların, popülasyon varlıklarının yarısından fazlasının yok olduğu anlamına geliyor.
Düşüş eğilimi devam ederse, 2020 itibarıyla türlerin popülasyonlarının yüzde 67'si kaybolabilir. Popülasyondaki düşüşün nedenleri arasında habitat kaybı ve bozulması, kirlilik, istilacı türler ve hastalıklar, aşırı avcılık ve iklim değişikliği gösteriliyor.
Rapora göre, ormanlar, bozkırlar, çayırlar, çöller, şehirler ve tarımsal alanlarda izlenen bin 678 türe ait 4 bin 658 popülasyonda yüzde 38'lik düşüş yaşandı.
Balıklar tükeniyor
Göller, nehirler ve sulak alanlardaki 881 tatlı su türüne ait 3 bin 324 popülasyon üzerindeki gözlemlere göre ise yüzde 81'lik düşüş oldu.
Mercan kayalıkları, mangrov ormanları ve balıkçılık sahaları dahil olmak üzere okyanuslar ve denizlerdeki bin 353 deniz türüne ait 6 bin 170 popülasyonda da toplam yüzde 36'lık azalma yaşandı.
Raporda, küresel balık avına stok sağlayan balık popülasyonunun büyük bir kısmının aşırı avlanmış durumda olduğu ya da tamamen tükendiği ifade ediliyor.
Afrika filleri tehdit altında
Raporda, Afrika fillerinin yasa dışı avcılık başta olmak üzere, aşırı sömürülmenin, habitat bozulmasının ve yaşam alanı kaybının ciddi tehdidi altında olduğuna da işaret edilerek, bugün yalnızca 415 bin Afrika filinin kaldığı bilgisi veriliyor.
Köpek balığı, keler ve vatozların, aşırı avcılık sebebiyle tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunun tahmin edildiği rapora göre, Irrawaddy yunusu gibi nehir yunuslarının nüfusu da tesadüfi avcılık sebebiyle hızla düşüyor.
2016 Yaşayan Gezegen Raporu'ndaki endekse, daha önceki rapordan farklı olarak 668 tür ve 3 bin 772 popülasyon eklendi.
Şiddet gören bir çocukta hangi belirtiler görülür?
Aile içinde şiddete maruz kalan çocuklar akranlarına şiddet uyguluyor, dil becerileri gelişmiyor, özgüvensiz ve hatta intihar eğilimli olabiliyor. Bu çocukların ileride kendileri ve çevreleri için tehlike içeren davranışlar sergileme ihtimali yüksek oluyor. Uzman Psikolog Aziz Görkem Çetin, ebeveynleri kendilerini kontrol etmeleri konusunda uyarırken, onları anlamaya çalışmaları konusunda çaba sarf etmeleri gerektiğini vurguladı.
Çevrenizde bu tip davranışlar sergileyen çocuklar varsa, şiddete maruz kaldıklarını düşünebilirsiniz. Özellikle aile içinde şiddete maruz kalan ya da tanık olan çocukların şiddet gösterme eğiliminin arttığını belirten Üsküdar Üniversitesi NPISTANBUL Hastanesi'nden Uzman Psikolog Aziz Görkem Çetin, önemli bilgiler verdi.
AKRANLARINA ŞİDDET UYGULUYOR
Aile içinde çocuklara yönelik şiddet ile kadına yönelik şiddet arasında ciddi bir ilişki Çetin, şunları söylüyor:
“Bir aile içinde şiddet varsa büyük olasılıkla çocuk da şiddet görmektedir. Pek çok anne, çocuğundan şiddeti gizlediğini düşünür ancak çocuklar şiddete fiziken tanık olmasalar da seslerden ve şiddetin beden üzerinde yarattığı izlerden görür.”
Şiddeti yaşayan çocukların aynı şiddeti hatta daha fazlasını çevresindekilere uyguladığına da işaret eden Çetin, “Bu çocukların aile dışında şiddet uyguladıklarını görüyoruz. Özellikle akranlarına zorbalık uygulamaya eğiliminin diğer çocuklara kıyasla daha fazla olduğu görülüyor” diyor.
UYUŞTURUCU KULLANABİLİR
Dayak ve baskıya maruz kalan çocuklarda ileriki yıllarda depresyon, kişilik bozukluğu, uyuşturucu kullanımı ve kaygı bozukluğu gibi sorunların ortaya çıktığını da belirtiyor.
Çocukların aile içi şiddeti yaşamasalar bile şiddete teknoloji sayesinde tanıklık ettiklerine değinen Uzman Psikolog Aziz Görkem Çetin, ebeveynlerin günümüz koşullarında çocuklarını şiddetten korumalarının oldukça güç bir duruma geldiğini de dile getiriyor.
“KENDİNİZİ KONTROL ETMEYİ ÖĞRENİN”
Yapılan araştırmaların anne veya babanın öfke gösteren çocukları disiplin etmede zorlandıklarını gösterdiğini aktaran Çetin, “Bu zorlanma nedeni ile de agresif davranışlar çıkabiliyor ve bu da amaca hizmet etmiyor. O yüzden bir ebeveynin öfkesinin farkında olması kendisini kontrol etmesi için başlangıç değeri taşıyor” diye konuşuyor.
Çocukların dürtülerinin gösterdiği yola doğru gittiğini ve amaçlarının anne- babalarını zorlamak ya da kızdırmak olmadığını ifade eden Uzman Psikolog Aziz Görkem Çetin'in ebeveynlere şu önerilerde bulunuyor:
“Bir ebeveyn olarak önce çocukların haz anlamında hareket ettiklerini anlamalıyız. Bu yüzden çocuğa odaklanmak yerine davranışa odaklanmak ve davranışın yanlış olduğunu ona söylemek gerekiyor. Yanlış olduğunu düşündüğümüz davranışı açıklayarak ve öfke göstermeyerek izah etmeliyiz. Örneğin; ‘ödevini yapmadığın için sen sorumsuz birisin' yerine ‘senin daha iyi bilgi kazanman için sana verilen görevleri yapmalısın' tarzında açıklayıcı bir söylem daha iyi olacaktır.”
Bu belirtiler varsa şiddete maruz kalmış olabilir!
Korku
Sık irkilme
Kaygı
Altını ıslatma
Dil gelişiminde gerileme
Uyku düzeninde bozulma
Uykuda kabus görme
Agresif davranışlar
İntihar eğilimleri
Bedensel yakınmalar (Baş ağrısı, mide bulantısı vb.)
Okulda başarısızlık
Özgüven eksikliği
Arkadaş ilişkilerinde problemler
İçe kapanma
Konsantrasyon sorunları
Çevrenizde bu tip davranışlar sergileyen çocuklar varsa, şiddete maruz kaldıklarını düşünebilirsiniz. Özellikle aile içinde şiddete maruz kalan ya da tanık olan çocukların şiddet gösterme eğiliminin arttığını belirten Üsküdar Üniversitesi NPISTANBUL Hastanesi'nden Uzman Psikolog Aziz Görkem Çetin, önemli bilgiler verdi.
AKRANLARINA ŞİDDET UYGULUYOR
Aile içinde çocuklara yönelik şiddet ile kadına yönelik şiddet arasında ciddi bir ilişki Çetin, şunları söylüyor:
“Bir aile içinde şiddet varsa büyük olasılıkla çocuk da şiddet görmektedir. Pek çok anne, çocuğundan şiddeti gizlediğini düşünür ancak çocuklar şiddete fiziken tanık olmasalar da seslerden ve şiddetin beden üzerinde yarattığı izlerden görür.”
Şiddeti yaşayan çocukların aynı şiddeti hatta daha fazlasını çevresindekilere uyguladığına da işaret eden Çetin, “Bu çocukların aile dışında şiddet uyguladıklarını görüyoruz. Özellikle akranlarına zorbalık uygulamaya eğiliminin diğer çocuklara kıyasla daha fazla olduğu görülüyor” diyor.
UYUŞTURUCU KULLANABİLİR
Dayak ve baskıya maruz kalan çocuklarda ileriki yıllarda depresyon, kişilik bozukluğu, uyuşturucu kullanımı ve kaygı bozukluğu gibi sorunların ortaya çıktığını da belirtiyor.
Çocukların aile içi şiddeti yaşamasalar bile şiddete teknoloji sayesinde tanıklık ettiklerine değinen Uzman Psikolog Aziz Görkem Çetin, ebeveynlerin günümüz koşullarında çocuklarını şiddetten korumalarının oldukça güç bir duruma geldiğini de dile getiriyor.
“KENDİNİZİ KONTROL ETMEYİ ÖĞRENİN”
Yapılan araştırmaların anne veya babanın öfke gösteren çocukları disiplin etmede zorlandıklarını gösterdiğini aktaran Çetin, “Bu zorlanma nedeni ile de agresif davranışlar çıkabiliyor ve bu da amaca hizmet etmiyor. O yüzden bir ebeveynin öfkesinin farkında olması kendisini kontrol etmesi için başlangıç değeri taşıyor” diye konuşuyor.
Çocukların dürtülerinin gösterdiği yola doğru gittiğini ve amaçlarının anne- babalarını zorlamak ya da kızdırmak olmadığını ifade eden Uzman Psikolog Aziz Görkem Çetin'in ebeveynlere şu önerilerde bulunuyor:
“Bir ebeveyn olarak önce çocukların haz anlamında hareket ettiklerini anlamalıyız. Bu yüzden çocuğa odaklanmak yerine davranışa odaklanmak ve davranışın yanlış olduğunu ona söylemek gerekiyor. Yanlış olduğunu düşündüğümüz davranışı açıklayarak ve öfke göstermeyerek izah etmeliyiz. Örneğin; ‘ödevini yapmadığın için sen sorumsuz birisin' yerine ‘senin daha iyi bilgi kazanman için sana verilen görevleri yapmalısın' tarzında açıklayıcı bir söylem daha iyi olacaktır.”
Bu belirtiler varsa şiddete maruz kalmış olabilir!
Korku
Sık irkilme
Kaygı
Altını ıslatma
Dil gelişiminde gerileme
Uyku düzeninde bozulma
Uykuda kabus görme
Agresif davranışlar
İntihar eğilimleri
Bedensel yakınmalar (Baş ağrısı, mide bulantısı vb.)
Okulda başarısızlık
Özgüven eksikliği
Arkadaş ilişkilerinde problemler
İçe kapanma
Konsantrasyon sorunları
30 Ekim 2016 Pazar
Gereksiz ya da faydası az 40 tedavi
İngiltere'de, Tıp Okulları Akademisi üyesi doktorlar 40'a yakın gereksiz tedavi yöntemini sıraladı. Basit bir kemik kırılmasından kanser gibi ölümcül hastalıkların tedavisine kadar, işe yaramayan veya çok az etki yaratan yöntemlerin listesi yapıldı.
Listeye göre 45 yaş üstü kadınlara menopoz teşhisi koyulması için kan testi yapılması gerekmiyor. Bel ağrısı olan hastalara röntgen çekilmesi de işe yaramıyor.
BBC Türkçe'de yeralan habere göre, doktorların her yıl yenilerini ekleyecekleri liste, izlenen bazı rutin tedavi yöntemlerinin gereksiz olduğunun altını çiziyor. Sağlık alanında pazar araştırması yapan İngiliz Medix şirketinin yaptığı araştırmada 11 farklı tıp dalından 500 uzman doktora gereksiz gördükleri 5 tedavi yöntemi soruldu.
Listelenen yöntemlerden bazıları şunlar:
-Kesikleri temizlemek için yara bandına gerek yok, temiz su yeterli.
-Çocuklardaki ufak tefek kemik çatlakları için alçı gerekli değil.
-Bronşiti olan çocuklar kendi kendilerine iyileşebilirler.
-Anne normalden yüksek komplikasyon riski bulundurmadığı sürece bebeğin kalp atışlarının gözlemlenmesi gerekmiyor.
-Kemoterapi kanserin semptomlarıyla savaşabilse de, hastalığı tamamen iyileştirmek konusunda çözüm değil ve aslında hastalığın son zamanlarında daha fazla soruna neden oluyor.
-Prostat sorunlarının rutin kontrolünde kullanılan testler ömrü uzatmıyor ve daha fazla endişeye sebep olabiliyor.
Tıp Okulları Akademisi sözcüsü Susan Bailey, "Bu tür yöntemler boşuna zaman alabiliyor, daha kolay ve güvenli seçenekler olduğuna göre neden onları seçmiyoruz? Durup düşünmeli ve en iyi tedavi yöntemini bulmaya çalışmalıyız" diyor.
Hastalar ve doktorlar arasındaki iletişim
İngiltere'de yürütülen "Choosing Wisely" (Akıllıca seçmek) kampanyası da yapılan araştırmalara dayanarak hastalarla doktorları arasındaki iletişimi arttırmayı hedefliyor.
Hastalara doktorlarının önerdiği tedavilerle ilgili sorular sormaları öneriliyor.
Bunlardan bazıları da şöyle sıralandı:
- Bu teste, tedavi yöntemine veya prosedüre gerçekten ihtiyacım var mı?
- Bunun riskleri ve dezavantajları neler?
- Oluşabilecek yan etkiler neler?
- Daha basit ve güvenli bir yöntem var mı?
- Hiçbir şey yapmazsam ne olur?
Listeye göre 45 yaş üstü kadınlara menopoz teşhisi koyulması için kan testi yapılması gerekmiyor. Bel ağrısı olan hastalara röntgen çekilmesi de işe yaramıyor.
BBC Türkçe'de yeralan habere göre, doktorların her yıl yenilerini ekleyecekleri liste, izlenen bazı rutin tedavi yöntemlerinin gereksiz olduğunun altını çiziyor. Sağlık alanında pazar araştırması yapan İngiliz Medix şirketinin yaptığı araştırmada 11 farklı tıp dalından 500 uzman doktora gereksiz gördükleri 5 tedavi yöntemi soruldu.
Listelenen yöntemlerden bazıları şunlar:
-Kesikleri temizlemek için yara bandına gerek yok, temiz su yeterli.
-Çocuklardaki ufak tefek kemik çatlakları için alçı gerekli değil.
-Bronşiti olan çocuklar kendi kendilerine iyileşebilirler.
-Anne normalden yüksek komplikasyon riski bulundurmadığı sürece bebeğin kalp atışlarının gözlemlenmesi gerekmiyor.
-Kemoterapi kanserin semptomlarıyla savaşabilse de, hastalığı tamamen iyileştirmek konusunda çözüm değil ve aslında hastalığın son zamanlarında daha fazla soruna neden oluyor.
-Prostat sorunlarının rutin kontrolünde kullanılan testler ömrü uzatmıyor ve daha fazla endişeye sebep olabiliyor.
Tıp Okulları Akademisi sözcüsü Susan Bailey, "Bu tür yöntemler boşuna zaman alabiliyor, daha kolay ve güvenli seçenekler olduğuna göre neden onları seçmiyoruz? Durup düşünmeli ve en iyi tedavi yöntemini bulmaya çalışmalıyız" diyor.
Hastalar ve doktorlar arasındaki iletişim
İngiltere'de yürütülen "Choosing Wisely" (Akıllıca seçmek) kampanyası da yapılan araştırmalara dayanarak hastalarla doktorları arasındaki iletişimi arttırmayı hedefliyor.
Hastalara doktorlarının önerdiği tedavilerle ilgili sorular sormaları öneriliyor.
Bunlardan bazıları da şöyle sıralandı:
- Bu teste, tedavi yöntemine veya prosedüre gerçekten ihtiyacım var mı?
- Bunun riskleri ve dezavantajları neler?
- Oluşabilecek yan etkiler neler?
- Daha basit ve güvenli bir yöntem var mı?
- Hiçbir şey yapmazsam ne olur?
Tüm zamanların en iyi 50 filmi
Söz konusu "en iyi filmler" olduğunda genellikle bizlere yüzlerce filmden oluşan uzun bir liste hazırlanıyor ve bu listelerin popülaritesi yüksek filmleri içeriyor olması pek de şaşırtıcı bir durum olmuyor; ancak göz önüne alınan tek kriter film eleştirileri olduğunda bu listeler hem kısalıyor hem de popüler görüşü pek de yansıtmamaya başlıyor. Yeniden gösterimleri ve hakkında yediden az inceleme bulunan filmleri göz ardı eden "Metacritic" sitesi baz alınarak bizlere 50 filmden oluşan bir liste hazırlanmış. Kriterleri göz önünde bulundurunca listede yakın tarihli filmlerin yoğunluğu ve "The Godfather" gibi klasik filmlerin seyrekliği de şaşırtıcı bir hal almıyor. İşte o liste...
1. Boyhood / Çocukluk
Yönetmen: Richard Linklater
Yıl: 2014
2. Three Colors: Red / Üç Renk: Kırmızı
Yönetmen: Krzysztof Kieslowski
Yılı: 1994
3. Moonlight
Yönetmen: Barry Jenkins
Yıl: 2016
4. Pan's Labyrinth / Pan'ın Labirenti
Yönetmen: Guillermo del Toro
Yıl: 2006
5. Hoop Dreams / Büyük Düşler
Yönetmen: Steve James
Yıl: 1994
6. 4 Months, 3 Weeks and 2 Days / 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün
Yönetmen: Cristian Mungiu
Yıl: 2007
7. 12 Years a Slave / 12 Yıllık Esaret
Yönetmen: Steve McQueen
Yıl: 2013
8. Ran
Yönetmen: Akira Kurosawa
Yıl: 1985
9. Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb
"Garip Doktor"
Yönetmen: Stanley Kubrick
Yıl: 1964
10. Ratatouille / Ratatuy
Yönetmen: Brad Bird ve Jan Pinkava
Yıl: 2007
11. Gravity / Yerçekimi
Yönetmen: Alfonso Cuarón
Yıl: 2013
12. Carol
Yönetmen: Todd Haynes
Yıl: 2015
13. The Social Network / Sosyal Ağ
Yönetmen: David Fincher
Yıl: 2010
14. Zero Dark Thirty
Yönetmen: Kathryn Bigelow
Yıl: 2012
15. A Separation / Bir Ayrılık
Yönetmen: Asghar Farhadi
Yıl: 2011
16. Before Midnight / Geceyarısından Önce
Yönetmen: Richard Linklater
Yıl: 2013
17. 45 Years / 45 Yıl
Yönetmen: Andrew Haigh
Yıl: 2015
18. The Manchurian Candidate / Casuslara Karşı
Yönetmen: John Frankenheimer
Yıl: 1962
19. Spirited Away / Ruhların Kaçışı
Yönetmen: Hayao Miyazaki
Yıl: 2001
20. Pulp Fiction / Ucuz Roman
Yönetmen: Quentin Tarantino
Yıl: 1994
21. Killer of Sheep
Yönetmen: Charles Burnett
Yıl: 1978
22. Mr. Turner / Bay Turner
Yönetmen: Mike Leigh
Yıl: 2014
23. The Hurt Locker / Ölümcül Tuzak
Yönetmen: Kathryn Bigelow
Yıl: 2008
24. Toni Erdman
Yönetmen: Maren Ade
Yıl: 2016
25. Wall-E
Yönetmen: Andrew Stanton
Yıl: 2008
26. Sideways
Yönetmen: Alexander Payne
Yıl: 2004
27. We Were Here
Yönetmen: David Weissman ve Bill Weber
Yıl: 2011
28. The Lord of the Rings: The Return of the King
"Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü"
Yönetmen: Peter Jackson
Yıl: 2003
29. Inside Out / Ters Yüz
Yönetmen: Pete Docter ve Ronnie Del Carmen
Yıl: 2015
30. Carlos
Yönetmen: Olivier Assayas
Yıl: 2010
31. Maborosi
Yönetmen: Hirokazu Koreeda
Yıl: 1995
32. Amour / Aşk
Yönetmen: Michael Haneke
Yıl: 2012
33. The Servant / Genç Hizmetçiler
Yönetmen: Joseph Losey
Yıl: 1963
34. Reversal of Fortune / Talihin Dönüşü
Yönetmen: Barbet Schroeder
Yıl: 1990
35. Crouching Tiger, Hidden Dragon / Kaplan ve Ejderha
Yönetmen: Ang Lee
Yıl: 2000
36. Spotlight
Yönetmen: Tom McCarthy
Yıl: 2015
37. Schindler's List / Schindler'in Listesi
Yönetmen: Steven Spielberg
Yıl: 1993
38. Jackie
Yönetmen: Pablo Larraín
Yıl: 2016
39. Sherpa
Yönetmen: Jennifer Peedom
Yıl: 2015
40. Sita Sings the Blues
Yönetmen: Nina Paley
Yıl: 2008
41. Days of Heaven / Cennet Günleri
Yönetmen: Terrence Malick
Yıl: 1978
42. Crumb
Yönetmen: Terry Zwigoff
Yıl: 1994
43. Inside Llewyn Davis / Sen Şarkılarını Söyle
Yönetmen: Coen Kardeşler
Yıl: 2013
44. One More Time With Feeling
Yönetmen: Andrew Dominik
Yıl: 2016
45. Yi Yi
Yönetmen: Edward Yang
Yıl: 2000
46. The Diving Bell and the Butterfly
"Kelebek ve Dalgıç"
Yönetmen: Julian Schnabel
Yıl: 2007
47. The Class / Sınıf
Yönetmen: Laurent Cantet
Yıl: 2008
48. Raging Bull / Kızgın Boğa
Yönetmen: Martin Scorsese
Yıl: 1980
49. 35 Shots of Rum / 35 Tek Rom
Yönetmen: Claire Denis
Yıl: 2008
50. Star Wars: Episode IV - A New Hope
Yıldız Savaşları: Bölüm IV - Yeni Bir Umut
Yönetmen: George Lucas
Yıl:1977
1. Boyhood / Çocukluk
Yönetmen: Richard Linklater
Yıl: 2014
2. Three Colors: Red / Üç Renk: Kırmızı
Yönetmen: Krzysztof Kieslowski
Yılı: 1994
3. Moonlight
Yönetmen: Barry Jenkins
Yıl: 2016
4. Pan's Labyrinth / Pan'ın Labirenti
Yönetmen: Guillermo del Toro
Yıl: 2006
5. Hoop Dreams / Büyük Düşler
Yönetmen: Steve James
Yıl: 1994
6. 4 Months, 3 Weeks and 2 Days / 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün
Yönetmen: Cristian Mungiu
Yıl: 2007
7. 12 Years a Slave / 12 Yıllık Esaret
Yönetmen: Steve McQueen
Yıl: 2013
8. Ran
Yönetmen: Akira Kurosawa
Yıl: 1985
9. Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb
"Garip Doktor"
Yönetmen: Stanley Kubrick
Yıl: 1964
10. Ratatouille / Ratatuy
Yönetmen: Brad Bird ve Jan Pinkava
Yıl: 2007
11. Gravity / Yerçekimi
Yönetmen: Alfonso Cuarón
Yıl: 2013
12. Carol
Yönetmen: Todd Haynes
Yıl: 2015
13. The Social Network / Sosyal Ağ
Yönetmen: David Fincher
Yıl: 2010
14. Zero Dark Thirty
Yönetmen: Kathryn Bigelow
Yıl: 2012
15. A Separation / Bir Ayrılık
Yönetmen: Asghar Farhadi
Yıl: 2011
16. Before Midnight / Geceyarısından Önce
Yönetmen: Richard Linklater
Yıl: 2013
17. 45 Years / 45 Yıl
Yönetmen: Andrew Haigh
Yıl: 2015
18. The Manchurian Candidate / Casuslara Karşı
Yönetmen: John Frankenheimer
Yıl: 1962
19. Spirited Away / Ruhların Kaçışı
Yönetmen: Hayao Miyazaki
Yıl: 2001
20. Pulp Fiction / Ucuz Roman
Yönetmen: Quentin Tarantino
Yıl: 1994
21. Killer of Sheep
Yönetmen: Charles Burnett
Yıl: 1978
22. Mr. Turner / Bay Turner
Yönetmen: Mike Leigh
Yıl: 2014
23. The Hurt Locker / Ölümcül Tuzak
Yönetmen: Kathryn Bigelow
Yıl: 2008
24. Toni Erdman
Yönetmen: Maren Ade
Yıl: 2016
25. Wall-E
Yönetmen: Andrew Stanton
Yıl: 2008
26. Sideways
Yönetmen: Alexander Payne
Yıl: 2004
27. We Were Here
Yönetmen: David Weissman ve Bill Weber
Yıl: 2011
28. The Lord of the Rings: The Return of the King
"Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü"
Yönetmen: Peter Jackson
Yıl: 2003
29. Inside Out / Ters Yüz
Yönetmen: Pete Docter ve Ronnie Del Carmen
Yıl: 2015
30. Carlos
Yönetmen: Olivier Assayas
Yıl: 2010
31. Maborosi
Yönetmen: Hirokazu Koreeda
Yıl: 1995
32. Amour / Aşk
Yönetmen: Michael Haneke
Yıl: 2012
33. The Servant / Genç Hizmetçiler
Yönetmen: Joseph Losey
Yıl: 1963
34. Reversal of Fortune / Talihin Dönüşü
Yönetmen: Barbet Schroeder
Yıl: 1990
35. Crouching Tiger, Hidden Dragon / Kaplan ve Ejderha
Yönetmen: Ang Lee
Yıl: 2000
36. Spotlight
Yönetmen: Tom McCarthy
Yıl: 2015
37. Schindler's List / Schindler'in Listesi
Yönetmen: Steven Spielberg
Yıl: 1993
38. Jackie
Yönetmen: Pablo Larraín
Yıl: 2016
39. Sherpa
Yönetmen: Jennifer Peedom
Yıl: 2015
40. Sita Sings the Blues
Yönetmen: Nina Paley
Yıl: 2008
41. Days of Heaven / Cennet Günleri
Yönetmen: Terrence Malick
Yıl: 1978
42. Crumb
Yönetmen: Terry Zwigoff
Yıl: 1994
43. Inside Llewyn Davis / Sen Şarkılarını Söyle
Yönetmen: Coen Kardeşler
Yıl: 2013
44. One More Time With Feeling
Yönetmen: Andrew Dominik
Yıl: 2016
45. Yi Yi
Yönetmen: Edward Yang
Yıl: 2000
46. The Diving Bell and the Butterfly
"Kelebek ve Dalgıç"
Yönetmen: Julian Schnabel
Yıl: 2007
47. The Class / Sınıf
Yönetmen: Laurent Cantet
Yıl: 2008
48. Raging Bull / Kızgın Boğa
Yönetmen: Martin Scorsese
Yıl: 1980
49. 35 Shots of Rum / 35 Tek Rom
Yönetmen: Claire Denis
Yıl: 2008
50. Star Wars: Episode IV - A New Hope
Yıldız Savaşları: Bölüm IV - Yeni Bir Umut
Yönetmen: George Lucas
Yıl:1977
Sahte bal yapanlar insan hayatına kastediyor
Uzmanlar sahte bal konusunda uyarıyor. Prof. Dr. Yeşilada "Kanser hücresine bal konulunca zamana bağlı olarak çambalı, kestane balı ve sedir balının müthiş etkili olduğu görülüyor. Ancak sahte bal kanser hücresini geliştiriyor, kanseri de tetikliyor. Sahte bal yapanlar masum değil, insan hayatına kasteden bir yönleri de var" dedi.
Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada, kanser hücresine bal konulunca zamana bağlı olarak çam balı, kestane
balı ve sedir balının hücrenin gelişimini engellediğinin görüldüğünü belirtti. Yeşilada, "arı ürünlerinin hastalıkların önlenmesi veya iyileştirilmesi amacıyla kullanılması" şeklinde tanımlanabilen apiterapinin yeni bir kavram olarak ortaya çıkmasının nedenini,araştırmaların yüzde 70-90'ının 2000 yılından sonra yapılması şeklinde açıkladı.
İnsanlık tarihi kadar eski olan balın yüzde 80-85 kadarının şeker,15-20'sinin ise su olduğunu ifade eden Yeşilada, "Ama balı, bal yapan içerisinde binde 1, binde 2 gibi çok düşük oranda bulunan fenolik maddelerdir. Arılar çiçek çiçek dolaşıp polen, nektar topluyor, vücutlarına bulaşan polenlerden de fenolik maddeler geliyor" diye konuştu.
Antibiyotik niyetine...
Yeşilada, balın eskiden, antibiyotik yokken yaraları tedavi etmede kullanıldığını dile getirdi. Yaranın üzerine konulan balın derinin nemiyle birleşerek oksijenli su bileşimi meydana getirdiğini ve yaranın mikrop kapmasını önlediğini vurgulayan Yeşilada, şu bilgileri verdi:
Antibiyotik niyetine...
"Bal arılarının kovanı dış etkilerden korumak için yaptığı propolis de yaranın iyileşmesini hızlandırıyor. Bal kendisi ülseri önlüyor, iltihap giderici özelliği var, karaciğer hasarını onarıyor, ağrı kesici etkisi var ama arı poleni ile birleştirildiğinde etki inanılmaz artıyor. Yaptığımız çalışmada iltihap giderici ilaçtan daha kuvvetli hale geldi."
Şehir efsaneleri
Yeşilada, bal konusunda çok fazla "şehir efsanesi" bulunduğunu, örneğin, çaya bal konulduğunda bozulduğunun öne sürüldüğünü aktardı. Yaptıkları çalışma kapsamında değişik çaylar demlediklerini belirten Yeşilada, elde ettikleri sonuçları şöyle anlattı:
Şehir efsaneleri
"Sıcaklık 80 dereceye indiğinde içerisine bal koyduk ve antioksidan etkisini ölçtük. Bal konulunca, antioksidan etkisi çok kuvvetli olduğunu bildiğimiz yeşil çay, beyaz çayda bile etki 4 misli artarken, ıhlamurun antioksidan etkisi 58 misli yükseldi. 'Bala metal kaşık koymayın' deniliyor. Oysa tahta kaşık mikrobu üzerinde tutar. Tahta kaşık hava ile buluştuğunda mikroplar geliyor, sonra tekrar balın içine koyduğunda bal enfekte edilir. Bal kontrolünde çelik kaşıklar kullanılır. Bir çalışmamızda kahveye de bal koyduk, özellikle filtre kahvenin antioksidan etkisi arttı."
Arı poleni ile sağlıklı yaşam
Yeşilada, yapılan analizlere göre, insan hayatı için gerekli olan, günlük alınması gereken aminoasitlerin hepsine sahip olduğu için bir insanın sadece arı poleni yiyerek sağlıklı yaşayabileceğini, arı poleninin balla karıştırılarak tüketilebileceğini söyledi.
Arı poleni ile sağlıklı yaşam
Arı poleninin buzdolabında saklanması gerektiğine dikkati çeken Yeşilada, "Nemi bulduğunda mikropların gelişmesi için de ortam sağlanabilir. Bu nedenle buzdolabında, soğukta, mikropların gelişemeyeceği yerde saklanmasını öneriyorum. Arı poleni iyi kurutulmadıysa riski yüksek. Kullanımı çok abartmamak gerek, günlük 500 miligram tüketmekte fayda var. Bileşim olarak da baldan farklıdır, şeker oranı yarı yarıya inmiş, protein miktarı artmıştır" diye konuştu.
Arı sütü
Arı sütünün de oda sıcaklığında bırakılmaması, eksi 20 derecede tutulması gerektiğini vurgulayan Yeşilada ancak bal ve diğer arı ürünleriyle karıştırıldığında buzdolabında artı 4'te bekletilebileceğini belirtti.
Propolis mucizesi
Yeşilada, yoğurt ve tereyağına benzediği için arı sütünün tağşiş edildiğini ve protein değerini yükseltmek için melanin denilen sentetik maddenin konulabildiğini ifade ederek, arı sütü seçiminde güvenilir ve kaliteli ürünlerin tercih edilmesini önerdi.
Propolis mucizesi
Propolisi, "muhteşem bir madde" şeklinde tanımlayan Yeşilada, "Propolis, reçine ve yüzde 80'i mumlardan ibaret. Arılar, propolisi, kovanın önüne koyuyor, içerideki balı korumak için. Çok iyi bir antibiyotik etkisi var propolisin. İçerisindeki maddeler birleştirildiğinde kanser hücresi gelişemediği görüldü" dedi.
Sağlık için bal tüketin
Prof. Dr. Erdem Yeşilada, balın kanser hücresi gelişimini engellediğini dile getirerek, "Kanser hücresine bal konulunca zamana bağlı olarak çam balı, kestane balı ve sedir balının müthiş etkili olduğu görülüyor. Ancak sahte bal kanser hücresini geliştiriyor, kanseri de tetikliyor. Sahte bal
yapanlar masum değil, insan hayatına kasteden bir yönleri de var" diye konuştu. Piyasada çok fazla sahte bal bulunduğuna dikkati çeken Yeşilada, şöyle devam etti:
Sağlık için bal tüketin
"Bazı üreticiler arının önüne glikoz şurubunu koyuyor ve onunla besliyor. Glikoz şurubu doğrudan kana karıştığı için metabolik sendrom denilen, günümüzde üzerinde çok durulan sorunu ortaya çıkarıyor. Kan şekeri pik yapıyor ve zarar meydana geliyor. Ancak balı karalayanlar sapla samanı karıştırıyor. Maalesef tüketicinin balı ayırmak için hiçbir parametresi yok. Farklı analizler
yapılması gerekiyor, bu bakımdan da kalite son derece önemli. O yüzden tüketicinin güvenilir marka tercih etmesi gerekiyor. Bazı üreticiler 'Doğal bal' yapıyoruz diyor ama geçen senenin balını arının önüne koyuyor. Evet, glikoz şurubu kullanmıyor ama yapılan balda da fenolik madde bulunmuyor, çünkü öncesi senenin balını kullanıyor."
Mum kovanlara dikkat!
Yeşilada, tüketicinin bölgesel üreticilerden de bal satın alabileceğini ancak bu balın da analizden geçmediğini dile getirdi. Bu üreticilerden alınan balın doğal ve çiçeklerden toplandığı için
faydalı olabileceğini ancak risklerinin tespit edilemediğini vurgulayan Yeşilada, "Mum kovanları yaptırıyorlar. O zaman da tüketici mum yiyor. Neden onu yapıyorlar? Çünkü arı çok büyük emek harcıyor o kovanı yapabilmek için. Hazır kovanı önüne konulduğunda o emeği bal yapmaya harcıyor ve daha yüksek bal verimi elde ediliyor" dedi.
Mum kovanlara dikkat!
Yeşilada, balın hem besin hem ilaç olduğunu belirterek, "Balı sağlıklı kalabilmek için yemeliyiz. Propolis de arı poleni de antioksidandır. Domatesin, zerdeçalın, üzüm çekirdeğinin içinde antioksidan madde bulunur. Tek düze beslenmemek gerekir. Baldan da domatesten de üzümden de bu maddeler alınır. Geniş bir yelpazede bu tip ürünler alınırsa, daha zengin ve güzel bir koruyucu sağlanır. Bütün mesele korumaktır. Arı ürünleri bize çok büyük avantaj sağlıyor bize" diye konuştu. (cnntürk)
Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada, kanser hücresine bal konulunca zamana bağlı olarak çam balı, kestane
balı ve sedir balının hücrenin gelişimini engellediğinin görüldüğünü belirtti. Yeşilada, "arı ürünlerinin hastalıkların önlenmesi veya iyileştirilmesi amacıyla kullanılması" şeklinde tanımlanabilen apiterapinin yeni bir kavram olarak ortaya çıkmasının nedenini,araştırmaların yüzde 70-90'ının 2000 yılından sonra yapılması şeklinde açıkladı.
İnsanlık tarihi kadar eski olan balın yüzde 80-85 kadarının şeker,15-20'sinin ise su olduğunu ifade eden Yeşilada, "Ama balı, bal yapan içerisinde binde 1, binde 2 gibi çok düşük oranda bulunan fenolik maddelerdir. Arılar çiçek çiçek dolaşıp polen, nektar topluyor, vücutlarına bulaşan polenlerden de fenolik maddeler geliyor" diye konuştu.
Antibiyotik niyetine...
Yeşilada, balın eskiden, antibiyotik yokken yaraları tedavi etmede kullanıldığını dile getirdi. Yaranın üzerine konulan balın derinin nemiyle birleşerek oksijenli su bileşimi meydana getirdiğini ve yaranın mikrop kapmasını önlediğini vurgulayan Yeşilada, şu bilgileri verdi:
Antibiyotik niyetine...
"Bal arılarının kovanı dış etkilerden korumak için yaptığı propolis de yaranın iyileşmesini hızlandırıyor. Bal kendisi ülseri önlüyor, iltihap giderici özelliği var, karaciğer hasarını onarıyor, ağrı kesici etkisi var ama arı poleni ile birleştirildiğinde etki inanılmaz artıyor. Yaptığımız çalışmada iltihap giderici ilaçtan daha kuvvetli hale geldi."
Şehir efsaneleri
Yeşilada, bal konusunda çok fazla "şehir efsanesi" bulunduğunu, örneğin, çaya bal konulduğunda bozulduğunun öne sürüldüğünü aktardı. Yaptıkları çalışma kapsamında değişik çaylar demlediklerini belirten Yeşilada, elde ettikleri sonuçları şöyle anlattı:
Şehir efsaneleri
"Sıcaklık 80 dereceye indiğinde içerisine bal koyduk ve antioksidan etkisini ölçtük. Bal konulunca, antioksidan etkisi çok kuvvetli olduğunu bildiğimiz yeşil çay, beyaz çayda bile etki 4 misli artarken, ıhlamurun antioksidan etkisi 58 misli yükseldi. 'Bala metal kaşık koymayın' deniliyor. Oysa tahta kaşık mikrobu üzerinde tutar. Tahta kaşık hava ile buluştuğunda mikroplar geliyor, sonra tekrar balın içine koyduğunda bal enfekte edilir. Bal kontrolünde çelik kaşıklar kullanılır. Bir çalışmamızda kahveye de bal koyduk, özellikle filtre kahvenin antioksidan etkisi arttı."
Arı poleni ile sağlıklı yaşam
Yeşilada, yapılan analizlere göre, insan hayatı için gerekli olan, günlük alınması gereken aminoasitlerin hepsine sahip olduğu için bir insanın sadece arı poleni yiyerek sağlıklı yaşayabileceğini, arı poleninin balla karıştırılarak tüketilebileceğini söyledi.
Arı poleni ile sağlıklı yaşam
Arı poleninin buzdolabında saklanması gerektiğine dikkati çeken Yeşilada, "Nemi bulduğunda mikropların gelişmesi için de ortam sağlanabilir. Bu nedenle buzdolabında, soğukta, mikropların gelişemeyeceği yerde saklanmasını öneriyorum. Arı poleni iyi kurutulmadıysa riski yüksek. Kullanımı çok abartmamak gerek, günlük 500 miligram tüketmekte fayda var. Bileşim olarak da baldan farklıdır, şeker oranı yarı yarıya inmiş, protein miktarı artmıştır" diye konuştu.
Arı sütü
Arı sütünün de oda sıcaklığında bırakılmaması, eksi 20 derecede tutulması gerektiğini vurgulayan Yeşilada ancak bal ve diğer arı ürünleriyle karıştırıldığında buzdolabında artı 4'te bekletilebileceğini belirtti.
Propolis mucizesi
Yeşilada, yoğurt ve tereyağına benzediği için arı sütünün tağşiş edildiğini ve protein değerini yükseltmek için melanin denilen sentetik maddenin konulabildiğini ifade ederek, arı sütü seçiminde güvenilir ve kaliteli ürünlerin tercih edilmesini önerdi.
Propolis mucizesi
Propolisi, "muhteşem bir madde" şeklinde tanımlayan Yeşilada, "Propolis, reçine ve yüzde 80'i mumlardan ibaret. Arılar, propolisi, kovanın önüne koyuyor, içerideki balı korumak için. Çok iyi bir antibiyotik etkisi var propolisin. İçerisindeki maddeler birleştirildiğinde kanser hücresi gelişemediği görüldü" dedi.
Sağlık için bal tüketin
Prof. Dr. Erdem Yeşilada, balın kanser hücresi gelişimini engellediğini dile getirerek, "Kanser hücresine bal konulunca zamana bağlı olarak çam balı, kestane balı ve sedir balının müthiş etkili olduğu görülüyor. Ancak sahte bal kanser hücresini geliştiriyor, kanseri de tetikliyor. Sahte bal
yapanlar masum değil, insan hayatına kasteden bir yönleri de var" diye konuştu. Piyasada çok fazla sahte bal bulunduğuna dikkati çeken Yeşilada, şöyle devam etti:
Sağlık için bal tüketin
"Bazı üreticiler arının önüne glikoz şurubunu koyuyor ve onunla besliyor. Glikoz şurubu doğrudan kana karıştığı için metabolik sendrom denilen, günümüzde üzerinde çok durulan sorunu ortaya çıkarıyor. Kan şekeri pik yapıyor ve zarar meydana geliyor. Ancak balı karalayanlar sapla samanı karıştırıyor. Maalesef tüketicinin balı ayırmak için hiçbir parametresi yok. Farklı analizler
yapılması gerekiyor, bu bakımdan da kalite son derece önemli. O yüzden tüketicinin güvenilir marka tercih etmesi gerekiyor. Bazı üreticiler 'Doğal bal' yapıyoruz diyor ama geçen senenin balını arının önüne koyuyor. Evet, glikoz şurubu kullanmıyor ama yapılan balda da fenolik madde bulunmuyor, çünkü öncesi senenin balını kullanıyor."
Mum kovanlara dikkat!
Yeşilada, tüketicinin bölgesel üreticilerden de bal satın alabileceğini ancak bu balın da analizden geçmediğini dile getirdi. Bu üreticilerden alınan balın doğal ve çiçeklerden toplandığı için
faydalı olabileceğini ancak risklerinin tespit edilemediğini vurgulayan Yeşilada, "Mum kovanları yaptırıyorlar. O zaman da tüketici mum yiyor. Neden onu yapıyorlar? Çünkü arı çok büyük emek harcıyor o kovanı yapabilmek için. Hazır kovanı önüne konulduğunda o emeği bal yapmaya harcıyor ve daha yüksek bal verimi elde ediliyor" dedi.
Mum kovanlara dikkat!
Yeşilada, balın hem besin hem ilaç olduğunu belirterek, "Balı sağlıklı kalabilmek için yemeliyiz. Propolis de arı poleni de antioksidandır. Domatesin, zerdeçalın, üzüm çekirdeğinin içinde antioksidan madde bulunur. Tek düze beslenmemek gerekir. Baldan da domatesten de üzümden de bu maddeler alınır. Geniş bir yelpazede bu tip ürünler alınırsa, daha zengin ve güzel bir koruyucu sağlanır. Bütün mesele korumaktır. Arı ürünleri bize çok büyük avantaj sağlıyor bize" diye konuştu. (cnntürk)
Beyoğlu Sahaf Festivali başladı
Beyoğlu Belediyesi tarafından bu yıl 10'uncusu düzenlenen Beyoğlu Sahaf Festivali, Taksim Meydanı'nda kurulan alanda başladı.
Taksim Meydanı'nda gerçekleştirilen Beyoğlu Sahaf Festivali'nin açılışında konuşan Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, "Sahaf, rütbesi tarif edilmemiş, bilim, kültür insanları anlamına geliyor. Sahaf dediğimizde, yanına gidip merak ettiğiniz konuyu söylediğinizde son 50-100 yıl içerisinde o konuyla ilgili kimin ne yazdığını size söyleyebilecek bulup getirtecek ve bilimsel, kültürel sohbeti yapabilecek yetkinlikteki insandan bahsediyoruz. Sahafların tek alanı kitap değil, tarihe taalluk eden, efemerası, kartpostalı, taş plağı, yazılı sözlü tarih, kültürümüzü ifade eden her ne varsa, hepsiyle ilişki kurabilmiş insanlar" dedi.
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Nedret Apaydın da kültür denildiğinde birinci sırada kitabın geldiğini belirterek, "Sahaflar kitapla hemhal olmuş, içini bilen, dokunmuş kişiler. Çok özel kişiler, tabii buradakiler 'bize çok özel diyorsunuz ama kıymet veriyor musunuz?' demesinler. Biliyorum ki Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın kapısı her daim açık. Biz Cağaloğlu'ndayız, bizim de kapımız kendilerine her daim açık. Onlarla bir arada olmaktan çok mutlu oluruz" dedi.
Açılışın ardından Sahaflar Ritim Gösterisi gerçekleşti. Festivalde, Türkiye'nin çeşitli illerinden 70 sahaf yer alıyor. Festivalde, asırlık kitapların yanı sıra, tarihe tanıklık eden dergiler, Osmanlı Türkçesi belgeler, eski fotoğraflar, film ve tiyatro afişleri, nadide levhalar, mektuplar, kartpostallar ve özel koleksiyonlar görülebilecek.
On binlerce kitabın okuyucuyla buluşacağı festivalde, ünlü yazarlar da düzenlenecek çeşitli etkinliklerde okuyucularla bir araya gelecek.
Festival, 6 Kasım'da sona erecek.
Taksim Meydanı'nda gerçekleştirilen Beyoğlu Sahaf Festivali'nin açılışında konuşan Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, "Sahaf, rütbesi tarif edilmemiş, bilim, kültür insanları anlamına geliyor. Sahaf dediğimizde, yanına gidip merak ettiğiniz konuyu söylediğinizde son 50-100 yıl içerisinde o konuyla ilgili kimin ne yazdığını size söyleyebilecek bulup getirtecek ve bilimsel, kültürel sohbeti yapabilecek yetkinlikteki insandan bahsediyoruz. Sahafların tek alanı kitap değil, tarihe taalluk eden, efemerası, kartpostalı, taş plağı, yazılı sözlü tarih, kültürümüzü ifade eden her ne varsa, hepsiyle ilişki kurabilmiş insanlar" dedi.
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Nedret Apaydın da kültür denildiğinde birinci sırada kitabın geldiğini belirterek, "Sahaflar kitapla hemhal olmuş, içini bilen, dokunmuş kişiler. Çok özel kişiler, tabii buradakiler 'bize çok özel diyorsunuz ama kıymet veriyor musunuz?' demesinler. Biliyorum ki Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın kapısı her daim açık. Biz Cağaloğlu'ndayız, bizim de kapımız kendilerine her daim açık. Onlarla bir arada olmaktan çok mutlu oluruz" dedi.
Açılışın ardından Sahaflar Ritim Gösterisi gerçekleşti. Festivalde, Türkiye'nin çeşitli illerinden 70 sahaf yer alıyor. Festivalde, asırlık kitapların yanı sıra, tarihe tanıklık eden dergiler, Osmanlı Türkçesi belgeler, eski fotoğraflar, film ve tiyatro afişleri, nadide levhalar, mektuplar, kartpostallar ve özel koleksiyonlar görülebilecek.
On binlerce kitabın okuyucuyla buluşacağı festivalde, ünlü yazarlar da düzenlenecek çeşitli etkinliklerde okuyucularla bir araya gelecek.
Festival, 6 Kasım'da sona erecek.
29 Ekim 2016 Cumartesi
Uzaydan gelen sinyallerin sayısı artıyor
Rusya’daki bir radyo teleskobu, 95 ışık yılı uzaktan gelen “güçlü bir sinyal” yakalamıştı. Laval Üniversitesi’nde çalışan uzmanlar yeni sinyaller kaydettiklerini belirtti. Sinyallerin kaynağı hakkında henüz bir açıklama yapılmadı.
234 sinyal kaydedildi
Kanada’nın Laval Üniversitesi’nde çalışan uzmanlar yaptıkları çalışmalarda uzaydan gelen 234 sinyal kaydettiklerini açıkladı.
'Güçlü bir sinyal'
Son olarak Rusya’daki bir radyo teleskobu, 95 ışık yılı uzaktan gelen “güçlü bir sinyal” yakalamıştı.
Sayıları artıyor
Uzaydan gelen sinyallerin sayısı hızla artıyor.
Laval Üniversitesi açıkladı
Kanada’daki Laval Üniversitesi’nde çalışan astronotlar, yıldızlardan gelen 234 gizemli sinyal kaydettiklerini açıkladı.
Dünyayla bağlantı kurmaya çalışıyorlar
Sinyallerin dünya dışı varlıklardan geldiğine inanan astronotlar Ermanno Borra ve Eric Trottier, bu varlıkların dünyayla bağlantı kurmaya çalıştıklarını iddia ediyor.
Aynı formda birçok sinyal algılandı
Borra, yeni sinyallerin daha önce de uzaydan gelen sinyallerle aynı forma sahip olduğunu söylüyor.
95 ışık yılı uzaklıktan...
Son olarak Rusya, 95 ışık yılı uzaklıkta bulunan bir yıldızdan çok güçlü bir sinyal aldıklarını açıklamıştı.
Açıklamalar için henüz erken
Ancak uzmanlar, sinyalin ne anlama geldiğini ya da tam olarak nereden geldiğini söylemek için çok erken olduğunu belirtiyor. (Kaynak: Habertürk)
234 sinyal kaydedildi
Kanada’nın Laval Üniversitesi’nde çalışan uzmanlar yaptıkları çalışmalarda uzaydan gelen 234 sinyal kaydettiklerini açıkladı.
'Güçlü bir sinyal'
Son olarak Rusya’daki bir radyo teleskobu, 95 ışık yılı uzaktan gelen “güçlü bir sinyal” yakalamıştı.
Sayıları artıyor
Uzaydan gelen sinyallerin sayısı hızla artıyor.
Laval Üniversitesi açıkladı
Kanada’daki Laval Üniversitesi’nde çalışan astronotlar, yıldızlardan gelen 234 gizemli sinyal kaydettiklerini açıkladı.
Dünyayla bağlantı kurmaya çalışıyorlar
Sinyallerin dünya dışı varlıklardan geldiğine inanan astronotlar Ermanno Borra ve Eric Trottier, bu varlıkların dünyayla bağlantı kurmaya çalıştıklarını iddia ediyor.
Aynı formda birçok sinyal algılandı
Borra, yeni sinyallerin daha önce de uzaydan gelen sinyallerle aynı forma sahip olduğunu söylüyor.
95 ışık yılı uzaklıktan...
Son olarak Rusya, 95 ışık yılı uzaklıkta bulunan bir yıldızdan çok güçlü bir sinyal aldıklarını açıklamıştı.
Açıklamalar için henüz erken
Ancak uzmanlar, sinyalin ne anlama geldiğini ya da tam olarak nereden geldiğini söylemek için çok erken olduğunu belirtiyor. (Kaynak: Habertürk)
Kırıkları iyileştiren çorba
Kemik kırılmalarında iyileşmenin en önemli adımı doğru beslenme... Op. Dr. Mustafa Arık, kemik kırıklarına iyi gelen besinleri sıraladı.
Kemik kırıklarında iyileşme sürecinin hızlanması için dengeli beslenmenin önemli olduğunu belirten Memorial Kayseri Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü'nden Op. Dr. Mustafa Arık, kelle paça çorbasının iyileşme sürecini hızlandırdığını söyledi.
Sözcü'nün haberine göre; Kemiklerin, insan vücudunda kendini tamamen yenileyen nadir organlar arasında bulunduğunu ifade eden Op. Dr. Mustafa Arık, kemik kırıklarının iyileşmesini büyüme, antioksidanlar, kemiği yıkan ve tekrar yapan hücreler, hormonlar, aminoasitler ve sayısız besin maddeleri ile yeterli kan dolaşımına bağladı. Kemiklerde kırık oluştuğu an onarımın başladığını ifade eden Op. Dr. Mustafa Arık, kemik iyileşme sürecine dair şunları söyledi:
MORLUK İYİLEŞME BELİRTİSİDİR
”Kırık kemiklerin iyileşmesi üç evreye ayrılır. Yangı yani inflamasyon evresi ilk evredir ve kemiğin kırılması ile başlar, birkaç gün devam eder. Kırık çevresinde kemik ve çevre dokulardaki damarlarından sızan kan ile bir pıhtı oluşur ve cilt üzerinde morluk ortaya çıkar. Halk arasında kangren olma belirtisi olarak bilinen morluk, aslında iyileşmenin bir göstergesidir. İkinci evre tamir evresidir ve kırık oluşumundan yaklaşık 2 hafta sonra başlar. Bu evrede osteoblastların ve kondroblastların ürettikleri proteinler, üzerlerine kalsiyum minerali çökmesi ile sertleşmeye başlar ve ‘yumuşak kallus' denilen kırığı sabitlemekle görevli yapı ortaya çıkar. Yeni oluşan yumuşak kallus dokusu 6-12 hafta aralığında sertleşerek, yük taşıyabilir duruma gelen sert kallusa dönüşür. Doktorların, ‘kemiğiniz iyileşmiş' söylemi aslında ‘sert kallus' oluştuğu anlamına gelir. Üçüncü evre ise kemiğin eski haline dönüşmesi için gereken yeniden yapılanma (remodelling) evresidir ve aylarca devam eder.”
KELLE-PAÇA ÇORBASININ FAYDALARI
Kırıkların geç iyileşmesindeki en önemli faktörün yetersiz beslenme olduğuna dikkat çeken Op. Dr. Mustafa Arık, “Kırıkların iyileşmesi yüksek enerji gerektiren bir işlemdir. Sağlıklı bir yetişkinde günlük enerji ihtiyacı 2500 kalori civarındayken, birden fazla kırığı olan ve yataktan kalkamayan bir erişkin için bu ihtiyaç 6000 kaloriye kadar çıkmaktadır. Ayrıca onarım süreci olan kırıkların iyileşmesi için kemik dokunun önemli bir kısmını oluşturan kollajen adlı proteine vücudun ihtiyacı vardır. Günlük protein alımını sadece 10-20 gram arttırmanın bile kırık iyileşmesini hızlandırdığına dair çalışmalar bulunmaktadır. Kelle-paça çorbasının içinde de, kemik yapısında bulunan kollajen proteini ve kalsiyum bol miktarda bulunmaktadır. Beyinde bulunan sinir hücreleri, organların gelişmesini uyaran proteinler içermektedir. Laboratuvar ortamında yapılan çalışmalarda ise kemik hücreleri üzerine beyin dokusu eklendiğinde, kemik hücrelerinde hızlı bir çoğalma olduğu görülmüştür.” diye konuştu.
NELER YEMELİ?
Ayrıca, yoğurt, süt, peynir gibi gıdaların da iyileşme sürecini hızlandırdığını kaydeden Op. Dr. Mustafa Arık, balık yağı, havuç ve domateste bulunan likopen, maydanoz, yabanmersini, siyah çay, kakao ve yerfıstığında bulunan flavonoidlerin tüketilmesinin kırıkların iyileşmesinde önemli rolü olduğunu ifade etti. Op. Dr. Mustafa Arık, son olarak sigaranın kırıkların iyileşmesini geciktireceğini sözlerine ekledi.
Kemik kırıklarında iyileşme sürecinin hızlanması için dengeli beslenmenin önemli olduğunu belirten Memorial Kayseri Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü'nden Op. Dr. Mustafa Arık, kelle paça çorbasının iyileşme sürecini hızlandırdığını söyledi.
Sözcü'nün haberine göre; Kemiklerin, insan vücudunda kendini tamamen yenileyen nadir organlar arasında bulunduğunu ifade eden Op. Dr. Mustafa Arık, kemik kırıklarının iyileşmesini büyüme, antioksidanlar, kemiği yıkan ve tekrar yapan hücreler, hormonlar, aminoasitler ve sayısız besin maddeleri ile yeterli kan dolaşımına bağladı. Kemiklerde kırık oluştuğu an onarımın başladığını ifade eden Op. Dr. Mustafa Arık, kemik iyileşme sürecine dair şunları söyledi:
MORLUK İYİLEŞME BELİRTİSİDİR
”Kırık kemiklerin iyileşmesi üç evreye ayrılır. Yangı yani inflamasyon evresi ilk evredir ve kemiğin kırılması ile başlar, birkaç gün devam eder. Kırık çevresinde kemik ve çevre dokulardaki damarlarından sızan kan ile bir pıhtı oluşur ve cilt üzerinde morluk ortaya çıkar. Halk arasında kangren olma belirtisi olarak bilinen morluk, aslında iyileşmenin bir göstergesidir. İkinci evre tamir evresidir ve kırık oluşumundan yaklaşık 2 hafta sonra başlar. Bu evrede osteoblastların ve kondroblastların ürettikleri proteinler, üzerlerine kalsiyum minerali çökmesi ile sertleşmeye başlar ve ‘yumuşak kallus' denilen kırığı sabitlemekle görevli yapı ortaya çıkar. Yeni oluşan yumuşak kallus dokusu 6-12 hafta aralığında sertleşerek, yük taşıyabilir duruma gelen sert kallusa dönüşür. Doktorların, ‘kemiğiniz iyileşmiş' söylemi aslında ‘sert kallus' oluştuğu anlamına gelir. Üçüncü evre ise kemiğin eski haline dönüşmesi için gereken yeniden yapılanma (remodelling) evresidir ve aylarca devam eder.”
KELLE-PAÇA ÇORBASININ FAYDALARI
Kırıkların geç iyileşmesindeki en önemli faktörün yetersiz beslenme olduğuna dikkat çeken Op. Dr. Mustafa Arık, “Kırıkların iyileşmesi yüksek enerji gerektiren bir işlemdir. Sağlıklı bir yetişkinde günlük enerji ihtiyacı 2500 kalori civarındayken, birden fazla kırığı olan ve yataktan kalkamayan bir erişkin için bu ihtiyaç 6000 kaloriye kadar çıkmaktadır. Ayrıca onarım süreci olan kırıkların iyileşmesi için kemik dokunun önemli bir kısmını oluşturan kollajen adlı proteine vücudun ihtiyacı vardır. Günlük protein alımını sadece 10-20 gram arttırmanın bile kırık iyileşmesini hızlandırdığına dair çalışmalar bulunmaktadır. Kelle-paça çorbasının içinde de, kemik yapısında bulunan kollajen proteini ve kalsiyum bol miktarda bulunmaktadır. Beyinde bulunan sinir hücreleri, organların gelişmesini uyaran proteinler içermektedir. Laboratuvar ortamında yapılan çalışmalarda ise kemik hücreleri üzerine beyin dokusu eklendiğinde, kemik hücrelerinde hızlı bir çoğalma olduğu görülmüştür.” diye konuştu.
NELER YEMELİ?
Ayrıca, yoğurt, süt, peynir gibi gıdaların da iyileşme sürecini hızlandırdığını kaydeden Op. Dr. Mustafa Arık, balık yağı, havuç ve domateste bulunan likopen, maydanoz, yabanmersini, siyah çay, kakao ve yerfıstığında bulunan flavonoidlerin tüketilmesinin kırıkların iyileşmesinde önemli rolü olduğunu ifade etti. Op. Dr. Mustafa Arık, son olarak sigaranın kırıkların iyileşmesini geciktireceğini sözlerine ekledi.
Akşam sekizden sonra yenilen yemek kilo aldırmıyor
Akşam yemek yediğiniz için kilo aldığınızı mı düşünüyorsunuz? Akşam sekizden sonra yenen yiyeceklerin yakılamayıp, yağa dönüşeceği düşüncesi birçok kişinin ortak fikri. Yapılan son bilimsel çalışmalar bu popüler söylentinin pek de doğru olmadığını ortaya çıkardı.
Londra’daki King’s College araştırmacıları çocuklar üzerinde yaptıkları dört yıllık araştırma sonunda, akşam sekizden sonra yemek yemekle kilo fazlalığı arasında anlamlı bir ilişki olmadığını buldular.
Obezite ve Metabolik Cerrah Prof. Dr. Halil Coşkun, “Araştırma kapsamında 4-10 yaş arası 768 çocuk ve 11-18 yaş arası 852 çocuğun dahil olduğu toplam bin 620 çocuğun beslenme alışkanlıkları incelendi.
Verilerin istatistiksel analizi akşam 8 ile 10 arasında akşam yemeği yiyen çocukların, aynı yaşta olup öğlen 2 ve akşam 8 arasında yemek yiyen çocuklara göre, obez ya da aşırı kilolu olma bakımından daha büyük bir risk taşımadıklarını gösterdi.
cnntürk^ün haberine göre; Çalışanın bulguları araştırmacılar için şaşırtıcı oldu. Geç yemek yemekle aşırı kilolu olmak arasında bir ilişki ortaya çıkmasını umuyorlardı, fakat bunun doğru olmadığı bulundu.
Bu çalışmaya göre saat 8’den önce akşam yemeği yiyen çocuklarla daha geç yemek yiyenler arasında günlük enerji alımı bakımından önemli bir fark bulunmuyor.’’ dedi.
Bu yeni bulgular, çocukların ne yiyeceği kadar ne zaman yiyeceğine dair önerileri içeren diyet tavsiyelerini destekleyecek bulguları sunmak açısından halihazırda yeterli kanıt olmadığını düşündürmektedir. Çocukluk obezitesinde yeme zamanının etkisini araştırmak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Bu bağlantıyı araştıran ilk çalışmalardan biri olarak, bu analizin başka çalışmalarda da tekrarlanması yararlı olacaktır.”
Londra’daki King’s College araştırmacıları çocuklar üzerinde yaptıkları dört yıllık araştırma sonunda, akşam sekizden sonra yemek yemekle kilo fazlalığı arasında anlamlı bir ilişki olmadığını buldular.
Obezite ve Metabolik Cerrah Prof. Dr. Halil Coşkun, “Araştırma kapsamında 4-10 yaş arası 768 çocuk ve 11-18 yaş arası 852 çocuğun dahil olduğu toplam bin 620 çocuğun beslenme alışkanlıkları incelendi.
Verilerin istatistiksel analizi akşam 8 ile 10 arasında akşam yemeği yiyen çocukların, aynı yaşta olup öğlen 2 ve akşam 8 arasında yemek yiyen çocuklara göre, obez ya da aşırı kilolu olma bakımından daha büyük bir risk taşımadıklarını gösterdi.
cnntürk^ün haberine göre; Çalışanın bulguları araştırmacılar için şaşırtıcı oldu. Geç yemek yemekle aşırı kilolu olmak arasında bir ilişki ortaya çıkmasını umuyorlardı, fakat bunun doğru olmadığı bulundu.
Bu çalışmaya göre saat 8’den önce akşam yemeği yiyen çocuklarla daha geç yemek yiyenler arasında günlük enerji alımı bakımından önemli bir fark bulunmuyor.’’ dedi.
Bu yeni bulgular, çocukların ne yiyeceği kadar ne zaman yiyeceğine dair önerileri içeren diyet tavsiyelerini destekleyecek bulguları sunmak açısından halihazırda yeterli kanıt olmadığını düşündürmektedir. Çocukluk obezitesinde yeme zamanının etkisini araştırmak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Bu bağlantıyı araştıran ilk çalışmalardan biri olarak, bu analizin başka çalışmalarda da tekrarlanması yararlı olacaktır.”
Denizli'deki Karahayıt Şelalesi bu hale geldi
Denizli'nin doğal güzelliklerinden Karahayıt Şelalesi, kuraklık ve kaynaktan gelen suyun tarımsal sulama nedeniyle kesilmesi yüzünden kurudu. Laodikya Gezi Grubu, bölgeye düzenlediği gezide kuruyan şelaleyi görüntüledi, çöplük haline gelen çevresinde ise temizlik yaptı.
Hafta sonları Denizli'de çevre gezileri düzenleyen Laodikya Gezi Gurubu, son gezide rotasını Karahayıt Şelalesi olarak belirledi.
Karahayıt Mahallesi'nin üst kesimlerinde bulunan, doğal güzelliğiyle kent yaşamından kaçanların uğrak yeri olan Karahayıt Şelalesi'ne gelen grup, kötü bir sürprizle karşılaştı.
Şelalenin kuruduğu, çevresinin ise çöplerle kirletildiği görüldü.
Laodikya Gezi Grubu kuruyan şelaleyi görüntüledi, çevreye atılan çöpleri temizledi.
Laodikya Gezi Grubu Sorumlusu Zeki Akakça, "Denizli'nin en gözde turistik mekanlarından biri olan ve yaz kış turizme hizmet veren Karahayıt bölgesinin hemen üst bölümündeki vadide bulunan şelale kurumuş. Yaz kış gürül gürül akan bu şelalenin neden kuruduğuyla ilgili yaptığımız araştırmada, şelaleden akan suyun üst bölgelerde sulama amaçlı kesildiğini, bir diğer sebebin ise kuraklık olduğunu öğrendik" dedi.
Akakça, "Doğayı seven, onunla dost olan ve adını doğadan alan tüm doğa ortak bileşeninde buluşanları gerçek anlamda doğaya saygılı olmaya ve korumaya davet ediyoruz. Yetkilileri, Karahayıt Şelalesi'nin neden kuruduğu hakkında bilgi paylaşmaya, bölgenin temizliği ve düzenlenmesine ilgi göstermeye davet ediyoruz" diye konuştu. DHA
Hafta sonları Denizli'de çevre gezileri düzenleyen Laodikya Gezi Gurubu, son gezide rotasını Karahayıt Şelalesi olarak belirledi.
Karahayıt Mahallesi'nin üst kesimlerinde bulunan, doğal güzelliğiyle kent yaşamından kaçanların uğrak yeri olan Karahayıt Şelalesi'ne gelen grup, kötü bir sürprizle karşılaştı.
Şelalenin kuruduğu, çevresinin ise çöplerle kirletildiği görüldü.
Laodikya Gezi Grubu kuruyan şelaleyi görüntüledi, çevreye atılan çöpleri temizledi.
Laodikya Gezi Grubu Sorumlusu Zeki Akakça, "Denizli'nin en gözde turistik mekanlarından biri olan ve yaz kış turizme hizmet veren Karahayıt bölgesinin hemen üst bölümündeki vadide bulunan şelale kurumuş. Yaz kış gürül gürül akan bu şelalenin neden kuruduğuyla ilgili yaptığımız araştırmada, şelaleden akan suyun üst bölgelerde sulama amaçlı kesildiğini, bir diğer sebebin ise kuraklık olduğunu öğrendik" dedi.
Akakça, "Doğayı seven, onunla dost olan ve adını doğadan alan tüm doğa ortak bileşeninde buluşanları gerçek anlamda doğaya saygılı olmaya ve korumaya davet ediyoruz. Yetkilileri, Karahayıt Şelalesi'nin neden kuruduğu hakkında bilgi paylaşmaya, bölgenin temizliği ve düzenlenmesine ilgi göstermeye davet ediyoruz" diye konuştu. DHA
26 Ekim 2016 Çarşamba
Down sendromlu Asher'in hikayesi
Sosyal medya son günlerde down sendromlu 15 aylık Amerikalı Asher'in hikayesini konuşuyor. Annesi, bir giyim firmasının reklamı için bebeğin fotoğraflarını ajansla gönderdi. Ajans, değerlendirmeye almadı, anne sosyal medyadan kampanya başlattı. Down sendromlu bebeğin hikayesi internette hızla yayıldı.
Annesi fotoğrafını reklam ajansına gönderdi
Asher Nash henüz 15 aylık. Bu gülüşüyle internette fenomen oldu. Her şey, annesinin bir çocuk giyim markasının reklam yüzü aradığı ilanı görmesiyle başladı. Anne Nash hemen ajansla irtibata geçti. Asher'in fotoğrafını gönderdi.
Ajanstan acımasız yanıt
Down sendromlu Asher için reklam ajansı aileye dönmedi. Haber çıkmayınca, anne ajansı aradı. Aldığı cevap şöyleydi; 'Gönderdiğiniz fotoğrafı değerlendiremiyoruz çünkü firma özel gereksinimleri olan bir çocuk aramıyor.'
'Özel gereksinimleri olan çocuklara her zaman ihtiyacımız var'
Aldığı cevaptan hayal kırıklığına uğrayan anne Nash harekete geçti. Ve çocuk modasında güzellik tanımını değiştirmek için sosyal medyada bir kampanya başlattı. Sadece kendi oğlunun da reklamlarda oynayabilmesi için değil, reklam sektörünün daha kapsayıcı olması için mücadeleye girişti. 15 aylık Asher'in fotoğrafları ve videoları sosyal medyada hızla yayıldı. Asher'in bu tebessümü, Facebook'ta down sendromlu çocuklar sayfasında 100 binden fazla kişi tarafından tıklandı.
Çocuk giyim firması, Asher ve annesiyle irtibata geçti. 'Özel gereksinimleri olan çocuklara her zaman ihtiyacımız var' denildi. cnntürk
Annesi fotoğrafını reklam ajansına gönderdi
Asher Nash henüz 15 aylık. Bu gülüşüyle internette fenomen oldu. Her şey, annesinin bir çocuk giyim markasının reklam yüzü aradığı ilanı görmesiyle başladı. Anne Nash hemen ajansla irtibata geçti. Asher'in fotoğrafını gönderdi.
Ajanstan acımasız yanıt
Down sendromlu Asher için reklam ajansı aileye dönmedi. Haber çıkmayınca, anne ajansı aradı. Aldığı cevap şöyleydi; 'Gönderdiğiniz fotoğrafı değerlendiremiyoruz çünkü firma özel gereksinimleri olan bir çocuk aramıyor.'
'Özel gereksinimleri olan çocuklara her zaman ihtiyacımız var'
Aldığı cevaptan hayal kırıklığına uğrayan anne Nash harekete geçti. Ve çocuk modasında güzellik tanımını değiştirmek için sosyal medyada bir kampanya başlattı. Sadece kendi oğlunun da reklamlarda oynayabilmesi için değil, reklam sektörünün daha kapsayıcı olması için mücadeleye girişti. 15 aylık Asher'in fotoğrafları ve videoları sosyal medyada hızla yayıldı. Asher'in bu tebessümü, Facebook'ta down sendromlu çocuklar sayfasında 100 binden fazla kişi tarafından tıklandı.
Çocuk giyim firması, Asher ve annesiyle irtibata geçti. 'Özel gereksinimleri olan çocuklara her zaman ihtiyacımız var' denildi. cnntürk
Mandalinanın mucizevi faydaları
Mandalinanın obeziteyi önlediğini ve hava kirliliği, sigara ve kimyasallar gibi olumsuz dış etkenlerin etkilerini azalttığını biliyor musunuz? İşte şifa deposu mandalinanın muhteşem faydaları...
Kış mevsiminin simge meyvelerinden mandalina hem tadı hem de içeriğindeki vitaminlerle sağlığımızı adeta cezbediyor. Obezite, diyabet, kalp hastalıkları ile savaşmada en iyi yardımcımız olan mandalinanın mucizelerini Uzman Diyetisyen Pınar Kural Enç anlattı.
Turunçgiller ailesinden olan mandalinanın, ılıman iklimlerde yetişmekte olduğunu kaydeden Diyetisyen Enç, “Mandalina karbonhidratlar bakımından zengin bir meyvedir. Bunun yanında bol miktarda lif ve protein içerir. Ayrıca E ve C vitamini açısından zengin olan mandalina aynı zamanda tiamin, piridoksin, sodyum, potasyum, kalsiyum, bakır gibi bir çok mineral ve bileşen içermektedir.
Mandalina, bağışıklığı güçlendirir. 1 su bardağı mandalina diliminde günlük önerilen C vitamini tüketiminin yarısından daha fazlası vardır. C vitamini sağlıklı cilt ve dokuların oluşumu ve devamlılığı için gereklidir. Aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendirir, kalp hastalıkları riskini azaltır. C vitamini ile akciğer, meme, kolon, yemek borusu ve mide kanseri gibi bazı kanser türlerinin oluşumunu önler. Zengin C vitamini vücutta kollajen sentezi için hayati öneme sahiptir. Kollajen yaraların hızlı iyileşmesini sağlar, tendonları, bağları, kemikleri ve kan damarlarını bir arada tutar. C vitamini aynı zamanda besinlerle alınan demir mineralinin emilimini de artırır.” diye konuştu.
Kemiklere birebir mandalinada bolca bulunan A vitamini göz sağlığı, sağlıklı kemikler ve hücre büyümesi için gerekli olduğunu ifade eden Uzman Diyetisyen Pınar Kural Enç, “Mandalinada bulunan A vitamini üreme sağlığı ve hücreler arası iletişimde önemlidir. Öte yandan beta kriptoksantinden zengin bu meyve iltihap gelişme olasılığını yarı yarıya azaltır. Mandalina, hücreleri yeniler. B vitamini zengini mandalina vücutta DNA ve RNA inşa ederek yeni hücrelerin oluşumu ve sağlıklı devamlılığını destekler. Flavonoidler serbest radikalleri (hastalığa neden olan moleküller) nötralize eden antioksidanlardır. Mandalinadaki nobiletin flavonoidi obeziteyi önlemede, diyabetle savaşmada ve kolesterolü düşürmede etkilidir. Tangeritin adlı bir diğer flavonoid ise yağlı karaciğer hastalığı ve damar sertleşmesini önler. Mandalinada olan folat kansere yol açabilecek DNA değişikliklerini de önlemektedir. İçerdiği hesperidin ile mandalina sağlıklı kollajen üretimi için C vitamini ile sinerjik olarak hareket eder. Mandalina ilaçlar, hava kirliliği, hastalıklar, şiddetli egzersiz, sigara içmek, kimyasallar ve güneş ışığından gelen UV ışınlarının olumsuz etkilerini azaltır. Obeziteyi önler. Mandalina çözünür lif pektin içeriği ile daha uzun süre tokluk sağlar. Yapılan çalışmalarda pektin tüketiminin obez bireylerde kalori alımını azalttığı gösterilmiştir.” şeklinde konuştu.
Kış mevsiminin simge meyvelerinden mandalina hem tadı hem de içeriğindeki vitaminlerle sağlığımızı adeta cezbediyor. Obezite, diyabet, kalp hastalıkları ile savaşmada en iyi yardımcımız olan mandalinanın mucizelerini Uzman Diyetisyen Pınar Kural Enç anlattı.
Turunçgiller ailesinden olan mandalinanın, ılıman iklimlerde yetişmekte olduğunu kaydeden Diyetisyen Enç, “Mandalina karbonhidratlar bakımından zengin bir meyvedir. Bunun yanında bol miktarda lif ve protein içerir. Ayrıca E ve C vitamini açısından zengin olan mandalina aynı zamanda tiamin, piridoksin, sodyum, potasyum, kalsiyum, bakır gibi bir çok mineral ve bileşen içermektedir.
Mandalina, bağışıklığı güçlendirir. 1 su bardağı mandalina diliminde günlük önerilen C vitamini tüketiminin yarısından daha fazlası vardır. C vitamini sağlıklı cilt ve dokuların oluşumu ve devamlılığı için gereklidir. Aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendirir, kalp hastalıkları riskini azaltır. C vitamini ile akciğer, meme, kolon, yemek borusu ve mide kanseri gibi bazı kanser türlerinin oluşumunu önler. Zengin C vitamini vücutta kollajen sentezi için hayati öneme sahiptir. Kollajen yaraların hızlı iyileşmesini sağlar, tendonları, bağları, kemikleri ve kan damarlarını bir arada tutar. C vitamini aynı zamanda besinlerle alınan demir mineralinin emilimini de artırır.” diye konuştu.
Kemiklere birebir mandalinada bolca bulunan A vitamini göz sağlığı, sağlıklı kemikler ve hücre büyümesi için gerekli olduğunu ifade eden Uzman Diyetisyen Pınar Kural Enç, “Mandalinada bulunan A vitamini üreme sağlığı ve hücreler arası iletişimde önemlidir. Öte yandan beta kriptoksantinden zengin bu meyve iltihap gelişme olasılığını yarı yarıya azaltır. Mandalina, hücreleri yeniler. B vitamini zengini mandalina vücutta DNA ve RNA inşa ederek yeni hücrelerin oluşumu ve sağlıklı devamlılığını destekler. Flavonoidler serbest radikalleri (hastalığa neden olan moleküller) nötralize eden antioksidanlardır. Mandalinadaki nobiletin flavonoidi obeziteyi önlemede, diyabetle savaşmada ve kolesterolü düşürmede etkilidir. Tangeritin adlı bir diğer flavonoid ise yağlı karaciğer hastalığı ve damar sertleşmesini önler. Mandalinada olan folat kansere yol açabilecek DNA değişikliklerini de önlemektedir. İçerdiği hesperidin ile mandalina sağlıklı kollajen üretimi için C vitamini ile sinerjik olarak hareket eder. Mandalina ilaçlar, hava kirliliği, hastalıklar, şiddetli egzersiz, sigara içmek, kimyasallar ve güneş ışığından gelen UV ışınlarının olumsuz etkilerini azaltır. Obeziteyi önler. Mandalina çözünür lif pektin içeriği ile daha uzun süre tokluk sağlar. Yapılan çalışmalarda pektin tüketiminin obez bireylerde kalori alımını azalttığı gösterilmiştir.” şeklinde konuştu.
25 Ekim 2016 Salı
Kabızlığın çaresi süt ve zencefilde
Vücudun enerji dengesini sağlamak için belirli miktarda suya ihtiyaç duyarız. ihtiyacımız olan miktarın altında su içtiğimizde sindirim problemleri başlar. Kabızlık bunların başında gelir. İşte zaman zaman gerek vücudumuzun sıvısız kalmasada tükettiğimiz besinler nedeniyle bir tıkanıklık yaşarız. Bunu çözmenin en doğal yollarından bir de süt ve zencefil karışımı. Yalnız bununla da bitmiyor:
İşte zencefil ve sütün mucizevi etkileri...
Birçok kişi zencefili soğuk algınlığının tüm belirtilerine karşı etkin bir ilaç olduğunu düşünür;
Live Science’ta yayınlanan bir makaleye göre, zencefil en çok mide bulantısının tedavisinde etkili olduğunu vurguluyor.
Ayrıca 2012’de yapılan bir araştırma, zencefilin kalın bağırsak iltihabına iyi geldiğini ve kolon kanseri riskini azaltabileceğini ileri sürüyor.
Zencefil iltihabı iyileştirir, canlılık verir, mide bulantısını engeller, pıhtılaşmayı önler.
Zencefil güçlü bir antioksidan ve güçlü bir antienflamatuvar özelliği olan bir bitkidir.
Zencefil içerdiği gingerol ve zingibain sayesinde iştahımızı bastırıcı özelliğe sahiptir.
Bu nedenle zencefil’i yemeklerde ve salatalarda kullanarak vücudumuzdaki yağın yakımına yardımcı oluruz.
Sütlü zencefil çayı kortizol üretimini azaltarak ayrıca dopamin ve seratonin hormonlarının salınımını düzenler.
Vücudumuzu depresyona ve strese karşı koruyan çay şöyle hazırlanıyor:
Malzemeler
Taze zencefil 1-2 ince dilim
- Veya yarım çay kaşığı toz zencefil,
-1 çay kaşığı bal,
-1 bardak kaynamış su veya
-1 kahve cezvesi sıcak su
-Yarım bardak süt veya limon suyu
Hazırlanışı
Taze zencefili patates soyar gibi kabuğunu soyun. 2 ince dilim kesin.
Toz zencefil ise yarım çay kaşığı toz zencefili demlenmek üzere cezveye koyun ve üzerini çay tabağı ile kapatın.
10 dakika kısık ateşte kaynatın. 5 dakika bekleyin.
Fincanın 1/3 ünü bu demlediğiniz çayı süzerek doldurun. 1 çay kaşığı balı içerisine karıştırın ve en son üzerini süt ile doldurun.
Fakat süt hem acıktırmaz hem de sindirim sisteminin daha rahat çalışmasını sağlar.
İşte zencefil ve sütün mucizevi etkileri...
Live Science’ta yayınlanan bir makaleye göre, zencefil en çok mide bulantısının tedavisinde etkili olduğunu vurguluyor.
Ayrıca 2012’de yapılan bir araştırma, zencefilin kalın bağırsak iltihabına iyi geldiğini ve kolon kanseri riskini azaltabileceğini ileri sürüyor.
Zencefil iltihabı iyileştirir, canlılık verir, mide bulantısını engeller, pıhtılaşmayı önler.
Zencefil güçlü bir antioksidan ve güçlü bir antienflamatuvar özelliği olan bir bitkidir.
Zencefil içerdiği gingerol ve zingibain sayesinde iştahımızı bastırıcı özelliğe sahiptir.
Bu nedenle zencefil’i yemeklerde ve salatalarda kullanarak vücudumuzdaki yağın yakımına yardımcı oluruz.
Sütlü zencefil çayı kortizol üretimini azaltarak ayrıca dopamin ve seratonin hormonlarının salınımını düzenler.
Vücudumuzu depresyona ve strese karşı koruyan çay şöyle hazırlanıyor:
Malzemeler
Taze zencefil 1-2 ince dilim
- Veya yarım çay kaşığı toz zencefil,
-1 çay kaşığı bal,
-1 bardak kaynamış su veya
-1 kahve cezvesi sıcak su
-Yarım bardak süt veya limon suyu
Hazırlanışı
Taze zencefili patates soyar gibi kabuğunu soyun. 2 ince dilim kesin.
Toz zencefil ise yarım çay kaşığı toz zencefili demlenmek üzere cezveye koyun ve üzerini çay tabağı ile kapatın.
10 dakika kısık ateşte kaynatın. 5 dakika bekleyin.
Fincanın 1/3 ünü bu demlediğiniz çayı süzerek doldurun. 1 çay kaşığı balı içerisine karıştırın ve en son üzerini süt ile doldurun.
Fakat süt hem acıktırmaz hem de sindirim sisteminin daha rahat çalışmasını sağlar.
Sütü için yavrusunu ondan ayıracaklarından korkan ve onu saklayan ineğin hikayesi
Önceden bir mandıraya ait olan ve orada bulunduğu süre boyunca doğurduğu tüm buzağılarından sütü için ayrılan inek Clarabell, Avustralya'da bulunan Edgar's Mission adlı bir hayvan koruma ve sığınma merkezi tarafından kurtarıldı. Ürettiği süt artık azaldığı gerekçesi ile mezbahaya gönderilmek üzere olan Clarabell'in, gönüllüler tarafından kurtarıldıktan kısa bir süre sonra da hamile olduğu anlaşıldı.
Geçen yılın mart ayında gerçekleşen olayda Edgar's Mission gönüllüleri, Clarabell'in doğum yapacağı tahmin edilen tarihten yaklaşık bir hafta önce tuhaf davranmaya başladığını gözlemlediler. Normalde çok iştahlı olan anne adayı Clarabell yemek yemek için bile insanlara yaklaşmak istemiyordu. Bir sorunu olup olmadığını anlamaya çalışan gönüllülerden kendisine çok yaklaşan olursa da kaçmaya başlıyordu. Kısa bir süre sonra bu garip davranışların nedeni belli oldu. Clarabell gizlice doğurmuştu ve bebeğini yakınlarda bulunan bir çalılığın arasında saklıyordu.
İnekler, annelik içgüdüleri oldukça gelişkin canlılardır. Önceleri bir mandıra veterineri olarak çalışmış olan Holly Cheever, mandıradaki anne adayı ineklerin bebeklerinin doğumdan sonra kendilerinden alınacağını bildiklerini ve bunun stresinin de açıkça fark edilebildiğini ifade ediyor. Cheever, Clarabell'in bu davranışının da, mandırada geçirdiği seneler boyunca yaşadıkları nedeniyle bebeğinin yine ondan alınacağını düşünerek korkup bebeğini saklamaya çalışma olarak değerlendiriyor.Mandırada kapalı alanda tutulduğu için çaresiz olan Clarabell, açık alanda bebeğini saklama fırsatı bulunca onu insanlardan uzaklaştırmış. Hürriyet
Geçen yılın mart ayında gerçekleşen olayda Edgar's Mission gönüllüleri, Clarabell'in doğum yapacağı tahmin edilen tarihten yaklaşık bir hafta önce tuhaf davranmaya başladığını gözlemlediler. Normalde çok iştahlı olan anne adayı Clarabell yemek yemek için bile insanlara yaklaşmak istemiyordu. Bir sorunu olup olmadığını anlamaya çalışan gönüllülerden kendisine çok yaklaşan olursa da kaçmaya başlıyordu. Kısa bir süre sonra bu garip davranışların nedeni belli oldu. Clarabell gizlice doğurmuştu ve bebeğini yakınlarda bulunan bir çalılığın arasında saklıyordu.
İnekler, annelik içgüdüleri oldukça gelişkin canlılardır. Önceleri bir mandıra veterineri olarak çalışmış olan Holly Cheever, mandıradaki anne adayı ineklerin bebeklerinin doğumdan sonra kendilerinden alınacağını bildiklerini ve bunun stresinin de açıkça fark edilebildiğini ifade ediyor. Cheever, Clarabell'in bu davranışının da, mandırada geçirdiği seneler boyunca yaşadıkları nedeniyle bebeğinin yine ondan alınacağını düşünerek korkup bebeğini saklamaya çalışma olarak değerlendiriyor.Mandırada kapalı alanda tutulduğu için çaresiz olan Clarabell, açık alanda bebeğini saklama fırsatı bulunca onu insanlardan uzaklaştırmış. Hürriyet
Aşık Veysel anılıyor
Unutulmaz halk ozanı Aşık Veysel, doğumunun 122. yılında anılıyor
Doğumunun üzerinden 122 yıl geçmesine rağmen unutulmayan halk ozanımız Aşık Veysel’in yaşamı derinden etkiliyor…
Aşık Veysel, 1894 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Babasının ismi Ahmet, annesinin ismi ise Gülizar’dı. Çiftçi bir ailenin çocuğuydu. Yedi yaşına geldiğinde Sivas’ta çiçek hastalığı salgını ortaya çıktı. Aşık Veysel de çiçek hastalığına yakalandı ve sol gözünü kaybetti. Bundan kısa bir süre sonra diğer gözünü de kaybetti.
İki gözünü de kaybeden Aşık Veysel asla yılmadı. Her gün babası ezberlediği halk ozanlarının şiirlerini okurdu ona. Aşık Veysel büyük bir istekle dinlerdi babasını. Bu isteğini gören babası bir gün elinde sazla yanına geldi ve ona verdi. Çok sevinmişti Aşık Veysel. Ona saz çalmayı Çamşıhlı Ali Ağa öğretti. Gün geçtikçe kendini geliştirdi. Artık sazını yanı başından hiç ayırmıyordu. Aşık Veysel, 25 yaşına geldiğinde Esma adında bir kızla evlendi. Ancak kısa bir süre sonra anne ve babasını kaybetti. İkinci çocuğuysa doğumundan 10 gün sonra öldü. Daha sonra karısı Esma onu bırakıp gitti. Karısı bırakıp gittiğinde bir yaşında kızıyla kalmıştı Aşık Veysel. Hikayesi ise yürek parçalayıcıdır…
Doğumunun üzerinden 122 yıl geçmesine rağmen unutulmayan halk ozanımız Aşık Veysel’in yaşamı derinden etkiliyor…
Aşık Veysel, 1894 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Babasının ismi Ahmet, annesinin ismi ise Gülizar’dı. Çiftçi bir ailenin çocuğuydu. Yedi yaşına geldiğinde Sivas’ta çiçek hastalığı salgını ortaya çıktı. Aşık Veysel de çiçek hastalığına yakalandı ve sol gözünü kaybetti. Bundan kısa bir süre sonra diğer gözünü de kaybetti.
İki gözünü de kaybeden Aşık Veysel asla yılmadı. Her gün babası ezberlediği halk ozanlarının şiirlerini okurdu ona. Aşık Veysel büyük bir istekle dinlerdi babasını. Bu isteğini gören babası bir gün elinde sazla yanına geldi ve ona verdi. Çok sevinmişti Aşık Veysel. Ona saz çalmayı Çamşıhlı Ali Ağa öğretti. Gün geçtikçe kendini geliştirdi. Artık sazını yanı başından hiç ayırmıyordu. Aşık Veysel, 25 yaşına geldiğinde Esma adında bir kızla evlendi. Ancak kısa bir süre sonra anne ve babasını kaybetti. İkinci çocuğuysa doğumundan 10 gün sonra öldü. Daha sonra karısı Esma onu bırakıp gitti. Karısı bırakıp gittiğinde bir yaşında kızıyla kalmıştı Aşık Veysel. Hikayesi ise yürek parçalayıcıdır…
Aşık Veysel evli olduğu zamanlarda eşi başka bir adama aşık olur ve kaçmaya karar verir. Gece uyumak için yataklarına girdikten sonra eşi kalkar, bohçasını da aldıktan sonra pabuçlarını giyer ve ardına bakmadan kaçmaya başlar. Biraz aradan sonra ayağına bir şeyin vurduğunu fark eder. Pabuçlarını çıkarttığında gördüğüne inanamaz. Aşık Veysel’in tüm parası oradadır. kaçacağını anlayıp sahip olduğu her şeyi eşine bırakmıştır. Ayrıca parayla beraber bir kağıt bulur ve o kağıtta şu yazar :
“Al bu para ananın ak sütü gibi helal olsun, gittiğin yerde kendini ezdirme.
Bir de güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa … ”
Aşık Veysel’deki cevheri ilk görenlerden biri Ahmet Kutsi Tecer’di. Ahmet Kutsi Tecer, Aşık Veysel’in şiirlerinin tanınmasında büyük katkı vermişti. Bir dönem Köy Enstitüleri’nde öğretmenlik yaptı. 1965 yılında TBMM, “Ana dilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” özel bir kanun çıkartarak maaş bağladı. 21 Mart 1973 günü doğduğu köy Sivrialan’da hayata gözlerini yumdu. Ondan geriye yıllar geçse de unutulmayacak şiirleri kaldı.
O yıllarda Ahmet Kutsi Tecer Sivas Maarif müdürüdür. Yakın arkadaşlarıyla birlikte Halk şairlerini Koruma Derneği'ni kurarlar(1931). Dernek üyeleri Sivas'ta bir “Halk şairleri Bayramı” düzenlemek fikrini kısa zamanda geliştirirler ve yaşama geçirirler. Bayram süresince çalıp söyleyecek yerel müzikçileri ve aşıkları toplamak başlı başıa bir sorundur. Zira o yıllarda yerli sanatçılar bu günkü kadar rahatlıkla geniş kitleler önünde sanat uygulaması yapmaktan çekinirler. Halk şairleri Bayramını düzenleme komitesi şarkışla'nın Sivrialan Köyü'ne de uğrar; iyi çalıp söyleyenleri tespit edip bayrama katılmalarını sağlamak için… Heyet Veysel'in evine geldiğinde Veysel karısına evde olmadığını söyletir. Katılmak istemez. Aslında çekinmektedir, hatta biraz da korkusu vardır. Zira devletin adamlarının onu soruşturması, başına bir iş geleceği korkusunu uyandırır Veysel'de. Ancak Tecer'in ısrarları karşısında dayanamaz ve bayrama katılır. Veysel'i “aşık” yapacak, O'nu ilk önce kendi vilayetine, sonradan da tüm yurda tanıtacak bu bayramı, folklor araştırmacısı ibrahim Aslanoğlu hazırladığı bir kitapçıkta şöyle anlatmaktadır: “Bayram 5 Kasım 1931 günü başlamış, üç gün devam etmişti. 15 aşığın katıldığı söyleniyorsa da bunların hepsi şair değildi. Çoğu sazcı ve hikayeci idi. Hatırlayabildiklerim şunlardır: Aşık Veysel, Revani Suzani, Aşık Süleyman, Karslı Mehmet, Hikayeci Ali Dayı, Aşık Müştak, Yarım Ali, Talibi, Yusuf, San'ati, Aşık Ali. Bunların içinde şair olarak Süleyman, Talibi, Revani, Suzani ve San'ati vardı. Veysel henüz şiir söylemeye başlamamıştı. Hepsi de o zamana göre tanınmamış kimselerdi”.
İşte bu bayramla aşıklık mesleğinin kapılarım aralayan Veysel'in kısa zamanda dili çözülür, çalıp-söylemeye başlar. üzerine yüklenen (ya da isteğiyle yüklendiği) misyonu yerine getirmek için yaşamının son dönemlerine kadar çabalar durur. Yüzlerce şiir söyler, onlarca plak doldurur, eğitmenlik (belletmenlik) yapar… Hakkında kitaplar, makaleler yazılır. Adından ve sanatından -yaşarken ve öldükten- sonra bu kadar söz ettirebilen, bu denli ünlenmiş bir başka aşık var mıdır bilemiyorum. Her ne olursa olsun doğanın o en acımasız kuralı, Veysel için de geçerlidir elbette… Yalnız bu kural bazen acı çektirerek, yatağa düşürerek işler, işte Veysel de böyle bir dertle yatağa düşmüştür. Onulmaz derdinin adı Akciğer Kanseridir… Derdinin çaresizliğini kendisi de bildiğinden son günlerini köyünde geçirmek ister. 1930'larda “Sivr'alanlı Kör Veysel” olarak köyünden dışarıya -her yıl biraz daha genişleyen halkalar halinde- açılan “aşık”, 21 Mart 1973 günü Aşık Veysel şatıroğlu olarak yaşamım yitirir. Veysel, 22 Mart günü sadık yari olan kara toprakla buluşmuştur.
24 Ekim 2016 Pazartesi
En iyi oteller belli oldu
Condé Nast Traveler dünyanın en iyi otellerini belirledi. İşte rüya gibi bir tatil vadeden 25 otel...
25. JW Marriott, Indianapolis, ABD
24. Belmond Hotel Splendido & Belmond Splendido Mare, Portofino, İtalya
23. Twin Farms, Barnard, Vermont
22. Aria Hotel, Budapeşte, Macaristan
21. Mandarin Oriental, Paris, Fransa
20. Kos Aktis Art Hotel, Kos, Yunanistan
19. Hotel Emma, San Antonio, ABD
18. The Dolder Grand, Zürih, İsviçre
17. Chromata Hotel, Santorini, Yunanistan
16. Gibb's Farm, Ngorongoro, Tanzanya
15. Eccleston Square Hotel, Londra, İngiltere
14. Thompson, Chicago, ABD
13. Ellerman House, Cape Town, Güney Afrika
12. Canaves Oia, Santorini, Yunanistan
11. Hotel Schweizerhof, Luzern, İsviçre
10. Hotel Il Pellicano, Tuscany, İtalya
9. The Lodge at Ashford Castle, Co. Mayo, İrlanda
8. Hotel Unique, São Paulo, Brezilya
7. Waterford Castle, Co. Waterford, İrlanda
6. Virgin Hotels, Chicago, ABD
5. Summer Lodge Country House Hotel, Dorset, İngiltere
4. Umaid Bhawan Palace (Taj), Jodhpur, Hindistan
3. Hotel Matilda, San Miguel de Allende, Meksika
2. COMO The Treasury, Perth, Avustralya
1. Ballyfin Demesne, Co. Laois, İrlanda
25. JW Marriott, Indianapolis, ABD
24. Belmond Hotel Splendido & Belmond Splendido Mare, Portofino, İtalya
23. Twin Farms, Barnard, Vermont
22. Aria Hotel, Budapeşte, Macaristan
21. Mandarin Oriental, Paris, Fransa
20. Kos Aktis Art Hotel, Kos, Yunanistan
19. Hotel Emma, San Antonio, ABD
18. The Dolder Grand, Zürih, İsviçre
17. Chromata Hotel, Santorini, Yunanistan
16. Gibb's Farm, Ngorongoro, Tanzanya
15. Eccleston Square Hotel, Londra, İngiltere
14. Thompson, Chicago, ABD
13. Ellerman House, Cape Town, Güney Afrika
12. Canaves Oia, Santorini, Yunanistan
11. Hotel Schweizerhof, Luzern, İsviçre
10. Hotel Il Pellicano, Tuscany, İtalya
9. The Lodge at Ashford Castle, Co. Mayo, İrlanda
8. Hotel Unique, São Paulo, Brezilya
7. Waterford Castle, Co. Waterford, İrlanda
6. Virgin Hotels, Chicago, ABD
5. Summer Lodge Country House Hotel, Dorset, İngiltere
4. Umaid Bhawan Palace (Taj), Jodhpur, Hindistan
3. Hotel Matilda, San Miguel de Allende, Meksika
2. COMO The Treasury, Perth, Avustralya
1. Ballyfin Demesne, Co. Laois, İrlanda
Keme başına 1.40 dolar ödül
Endonezya'nın başkenti Jakarta'da yakalanan keme sıçanı başına ödül konuldu.
Dış basında yer alan haberlerde, Jakarta makamlarının yakalanan her sıçan için 1.40 Euro ödül ödeme kararı aldığı da yazıldı. Habere göre, vali yardımcısı Djarot Syaiful Hidayat, yakalanan sıçan başına yaklaşık 1 Euro 40 Cent ödeme yapılacağını açıkladı.
Hidayat'ın “Sıçanları yakalayın, sayın ve biz ödemesini yapalım" dediği belirtiliyor.“
Prim için sıçan yetiştirilebilir uyarısı
Yetkililerin bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önlemek amacıyla başlattığı aksiyona destek olanlar kadar, “Primin insanları sıçan yetiştirmeye yönlendirebileceği" gerekçesiyle karşı çıkanların da olduğuna dikkat çekiliyor. Örnek olarak ise, Fransızların Vietnam Hanoi'de 1900 yılında getirilen her bir sıçan kuyruğuna para ödemesi üzerine insanların sıçan üreticiliğine başlaması gösteriliyor.
Yüzde 60'ı organik atıklar olmak üzere, günde 10 bin ton çöpün sokaklara atılması nedeniyle Jakarta'da sıçan sorunu oluştuğu belirtiliyor.
23 Ekim 2016 Pazar
Damacanaları kullanma süresi uzadı
Damacanalar, 3 yıl değil 5 yıl kullanılacak. İçme kullanma sularında asgari klor seviyesi 0.2 mg/L olacak. Belediyeler klor seviyesini ayarlamak için otomatik klorlama cihazları takmak zorunda kalacak.
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında yönetmelikte değişiklik yaptı.Damacanaları kullanma süresi uzadı, 3 yıldan 5 yıla çıktı.
Buna göre içme-kullanma sularının dezenfeksiyonunda klorun yanı sıra klorlu bileşikler de kullanılabilecek. Hürriyet'ten Aysel Alp'in haberine göre su deposunda suyun debisine ve basıncına göre ayarlanabilen otomatik klorlama cihazları ile dezenfeksiyon işlemi yapılacak. Uç noktada yapılacak ölçümlerde serbest klor düzeyi 0.2 mg/L’nin altında olamayacak. Klorun üst sınırı ise yine 0.5 mg/L olarak aynı kaldı.
Otomatik klorlama cihazı 8 ayda takılacak
Belediyeler, suyun debisi ve basıncına göre ayarlanabilen otomatik klorlama cihazlarını 8 ay içinde taktırmakla yükümlü kılındı.
Damacanalar 5 yıl kullanılabilecek
2013 yılında yapılan yönetmelik değişikliğiyle damacanaların üretim tarihinden itibaren en fazla üç yıl veya 75 kez kullanılabileceği hükmü getirilmişti. Ancak bugünkü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yönetmelikle 3 yıl sınırı ‘5 yıl’ olarak değiştirildi. En fazla 75 kere kullanılabileceği hükmünde ise değişiklik yapılmadı..
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında yönetmelikte değişiklik yaptı.Damacanaları kullanma süresi uzadı, 3 yıldan 5 yıla çıktı.
Buna göre içme-kullanma sularının dezenfeksiyonunda klorun yanı sıra klorlu bileşikler de kullanılabilecek. Hürriyet'ten Aysel Alp'in haberine göre su deposunda suyun debisine ve basıncına göre ayarlanabilen otomatik klorlama cihazları ile dezenfeksiyon işlemi yapılacak. Uç noktada yapılacak ölçümlerde serbest klor düzeyi 0.2 mg/L’nin altında olamayacak. Klorun üst sınırı ise yine 0.5 mg/L olarak aynı kaldı.
Otomatik klorlama cihazı 8 ayda takılacak
Belediyeler, suyun debisi ve basıncına göre ayarlanabilen otomatik klorlama cihazlarını 8 ay içinde taktırmakla yükümlü kılındı.
Damacanalar 5 yıl kullanılabilecek
2013 yılında yapılan yönetmelik değişikliğiyle damacanaların üretim tarihinden itibaren en fazla üç yıl veya 75 kez kullanılabileceği hükmü getirilmişti. Ancak bugünkü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yönetmelikle 3 yıl sınırı ‘5 yıl’ olarak değiştirildi. En fazla 75 kere kullanılabileceği hükmünde ise değişiklik yapılmadı..
Doğu Anadolu'da ilk kez görüldü
Doğu Anadolu’da ilk kez görülen Sarı Kaşlı Çıvgın Kuşu, Aras Nehri Kuş Cenneti’nin 270’inci kuş türü olarak halkalandı. Amatör kuş bilimci Berkan Demir tarafından bulunan Sarı Kaşlı Çıvgın, Doğu Anadolu’da ilk kez halkalanan tür oldu.
Iğdır’ın Tuzluca ilçesi Yukarı Çıyrıklı Köyü’nde, Kars- Iğdır kavşağındaki Aras Nehri Kuş Cenneti, göç yolunda olan konuklarını ağırlamaya devam ediyor.
Bölgede 2005 yılından itibaren Kars Kafkas Üniversitesi, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile Utah ve Koç üniversiteleri öğretim üyesi Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu’nun işbirliğiyle kuşlar üzerine halkalama ve göç araştırma çalışmaları yapılıyor.
Aras Kuş Araştırma ve Eğitim Merkezi’nin en son kuş türü, Türkiye’de çok nadir görülen Sarı Kaşlı Çıvgın kuşu oldu. Yukarı Çıyrıklı köyünde yaşayan amatör kuş bilimci Berkan Demir tarafından bulunan Sarı Kaşlı Çıvgın, Doğu Anadolu’da ilk kez halkalanan tür oldu.
"Aras Kuş Cenneti, Doğu Anadolu'nun ilk tabiatı koruma alanı ilan edilmeli"
Iğdır’ın Tuzluca ilçesi Yukarı Çıyrıklı Köyü’nde, Kars- Iğdır kavşağındaki Aras Nehri Kuş Cenneti, göç yolunda olan konuklarını ağırlamaya devam ediyor.
Bölgede 2005 yılından itibaren Kars Kafkas Üniversitesi, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile Utah ve Koç üniversiteleri öğretim üyesi Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu’nun işbirliğiyle kuşlar üzerine halkalama ve göç araştırma çalışmaları yapılıyor.
Aras Kuş Araştırma ve Eğitim Merkezi’nin en son kuş türü, Türkiye’de çok nadir görülen Sarı Kaşlı Çıvgın kuşu oldu. Yukarı Çıyrıklı köyünde yaşayan amatör kuş bilimci Berkan Demir tarafından bulunan Sarı Kaşlı Çıvgın, Doğu Anadolu’da ilk kez halkalanan tür oldu.
"Aras Kuş Cenneti, Doğu Anadolu'nun ilk tabiatı koruma alanı ilan edilmeli"
Bu ender kuş türünün kayıt altına alınmasının önemine dikkat çeken Kuzey Doğa Derneği Başkanı Doç.Dr. Çağan Şekercioğlu, şunları söyledi:"Kuzeydoğu Anadolu’yu içine alan Kafkaslar endemik kuş alanı, kuşlar için dünyadaki en önemli bölgelerden biridir. Ülkemizdeki kuş türlerinin yüzde 75’i Aras Kuş Cenneti’nde kayıt altına alınmıştır. 270 kuş türü tespit ederek Aras Nehri Kuş Cenneti’nin Doğu Anadolu’nun en zengin kuş cenneti olduğunu belgeledik. Alanda henüz kaydetmediğimiz kuşlarla bu sayının 300’ü bulmasını tahmin ediyoruz. Kuşlara taktığımız uydu vericileri ve diğer takip cihazlarıyla 3 kıtada göçlerini takip ediyoruz. 2005’te keşfettiğim bu muhteşem sulak alanda kurduğumuz Aras Kuş Araştırma ve Eğitim Merkezi halkalama istasyonunda, 11 yılda 183 türden 80 binden fazla kuşa göçlerini takip için Türkiye halkası taktık. 29 ülkedeki üniversitelerden yüzlerce gönüllü öğrenciyi eğittik. Aras Nehri Kuş Cenneti, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın resmen belirttiği gibi Doğu Anadolu’nun ilk Tabiatı Koruma Alanı ilan edilmelidir. Kuş cenneti, Tuzluca Barajı ile yok edilmemelidir. "
Diyarbakır'daki Şahi Nine'nin 450 torunu var
Diyarbakır’ın yaşayan asırlık çınarı Şahi Tayurak, 450 torunu ile gençlere meydan okuyor. Resmi kayıtlara göre 96 yaşında olan Şahi Nine’nin oğlu ise annesinin gerçek yaşının ortaya çıkması için kemik yaşının tespit edilmesini istiyor.
Başından 3 evlilik geçen resmi kayıtlara göre 96 yaşındaki Şahi Tayurak’ın toplamda 7 çocuğu oldu.
Şu an Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesinde Alipaşa semtindeki evde küçük oğlu ile birlikte yaşayan Şahi Nine'nin, gözlerinin az görmesi dışında herhangi bir sağlık sorunu yok.
Neredeyse bir asrı deviren Şahi Nine’nin sağlıklı kalmasının sırrı ise düzenli sabah kahvaltısı yapmak.
Atatürk’ün Silvan’a gelişini gören ve Şeyh Said’i hatırlayan Şahi Nine’nin aklında kalan en önemli an ise kıtlık dönemleri.
Bu dönemlerde insanların açlıktan öldüğünü, bazılarının da insan eti yiyerek hayatta kaldığını anımsayan Şahi Nine, torunlarının sayısını ise bilmiyor.
90 yaşındaki kızı ile arasında 7 yaş fark görünüyor
Elinde hicri ve miladi döneme ait iki nüfus kağıdı bulunan Şahi Nine, 5. çocuğunu doğurduğunda bile henüz kimliğinin olmadığını söylüyor.
Aradan geçen uzun zamanın ardından kendisine kimlik çıkarılan Şahi Nine’nin yaşı, 01.07.1919 olarak düzenlenirken, kayıtlara ise kızı kızının yaşı 06.01.1926 olarak geçti. Kimliğe göre kızından sadece 7 yaş büyük görünen Şahi Nine, yaşının 130’dan fazla olduğunu iddia ediyor.
Beraber yaşadığı oğlu Cemal Tayurak ise büyüklerden aldıkları bilgilerle annesinin yaşının 130’dan fazla olduğunu iddia ederek, “Şu anda 5. kuşak torununu görmüş. Türkiye’nin her yerinde torunları var. Tahminime göre 450 torunu var. Büyük ablam ile arasında 7 yaş görünüyor, bu da kimliğe yaşının yanlış vurulduğunu ortaya çıkarıyor. Annemin gerçek yaşının ortaya çıkarılması için çalışma yapılmasını istiyoruz” dedi.
Annesiyle aralarında 7 yaş fark görünen Telliye Tayurak ise, “Annemin yaşı çok, bunu biliyoruz. Benim yaşım 100’e dayandı. Çok şükür sağlığı yerinde, ben babamı görmedim. Geçmişe ait çok fazla şey hatırlamıyorum” diye konuştu. Habertürk
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)