28 Ekim 2015 Çarşamba

Cumhuriyet 92 yaşında

Türkiye Cumhuriyeti bugün 92’inci yaşını kutluyor. Cumhuriyet Bayramı kutlamaları devlet erkanının katılımıyla Anıtkabir ziyareti ile başlayacak. Öte yandan, bu anlamlı günde Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşam öyküsü, arşivlik bir kitapta derlendi. 1881-1919 arasındaki dönem, belgeler ve fotoğraflarla bizzat Atatürk’ün ağzından anlatılıyor. Günlükler, mektup ve telgraflar 20’nci yüzyılın başlangıcına ışık tutuyor. Mustafa Kemal Atatürk, Hürriyet’in okurlarına armağanı olan “Atatürk Atatürk’ü Anlatıyor” kitabında yer alan bir mektupta şöyle diyor: "Benim tutkularım var, hem de pek büyükleri. Bu tutkuların, yüksek yerler ele geçirmek ya da büyük paralar elde etmek gibi, maddi emellerin doyumuyla ilişkisi bulunmuyor. Ben, bu tutkularımın gerçekleşmesini, yurduma büyük yararları dokunacak, bana da başarıyla yerine getirilmiş bir görevin iç rahatlığını verecek büyük bir düşüncenin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi bu olmuştur."


KUTLAMALARDA BİR İLK
Cumhurbaşkanlığı kaynaklarından alınan bilgiye göre, 29 Ekim kutlamaları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 28 Ekim'de Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde vatandaşlarla bir araya geleceği resepsiyonla başlayacak.
 81 ilden, herhangi bir unvan taşımayan vatandaşların katılacağı resepsiyonda, her ilden ortalama 10 kişi bulunacak. Yaklaşık 800-900 kişinin katılacağı etkinlik kapsamında, davetliler Külliye'yi gezecek, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir araya gelecek.
 Cumhuriyet Bayramı günü ise Anıtkabir ziyaretinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, Külliye'de kutlamaları kabul edecek. Devlet erkanının Erdoğan'a tebriklerini sunacağı tören için TBMM'de temsil edilen tüm siyasi partilerin genel başkanlarına ve milletvekillerine davetiye gönderildi.
 AKM TÖRENİNDEKİ İLKLER
 Atatürk Kültür Merkezi tören alanında düzenlenen Cumhuriyet Bayramı kutlama programında bu yıl bir çok değişiklik yapıldı. Daha çok sivil çizgideki etkinliklerle gerçekleştirilecek törende, asker bu yıl ilk kez tank, top, uçak gibi araçlarla değil personel açısından çok daha güçlü ve kalabalık bir şekilde temsil edilecek. Tören programındaki bir diğer değişiklik ise geçmiş yıllarda çeşitli gösteriler gerçekleştiren öğrencilerin yerini profesyonel ekiplerin almasıyla gerçekleşecek. Halk oyunları gösterileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Opera ve Bale sanatçıları tarafından sunulacak.
 Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çok Sesli Korusu ilk kez törenlerde yer alacak. 150 kişilik bir ekip, ilk olarak İstiklal Marşı'nı seslendirecek. Dördü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tören alanındaki yerini almasından önce, ikisi sonra olmak üzere altı eser çalınacak.
 Türk Hava Kurumu'ndan "wingsuit" diye bilinen özel kıyafetli pilotlar, Solotürk ve atlı okçuların da özel gösteri sunacağı törende, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı tüfek gösterisi gerçekleştirecek.
 GEÇİT TÖRENİNE İLK KEZ YABANCILAR DA KATILACAK
 Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da vatandaşlara hitap edeceği etkinlikte, geçit töreninde de bazı değişiklikler yapıldı. Geçit törenine, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının Türkiye'de öğrenim imkanı sağladığı yabancı öğrenciler kendi ülke bayraklarıyla, Türkiye'nin 7 bölgesinden yerel kıyafetli ekipler, atlı okçular, emniyet teşkilatından Polis Meslek Yüksekokulu ve Özel Harekat Birliği temsilcileri, AFAD Kurtarma Timi, UMKE, Kızılay gönülleri gibi bazı devlet kurumları ilk kez katılacak. Madalya kazanmış milli sporcular, öğrencilerin de bulunacağı geçit töreninde, gaziler en ön sırada yerini alacak.
 Mehteran Takımı da ilk kez bu yıl 300 kişilik dev bir kadroyla mini konser verecek.
 Kutlamalara katılacak başta çocuklar olmak üzere vatandaşlara, Cumhurbaşkanlığı ekiplerince ikramda bulunulacak.
 TÖRENDEKİ ETKİNLİKLER, BÜYÜK BOYUTLU EKRANLARDAN İZLENEBİLECEK
 AKM'deki törenler için teknik açıdan da en üst düzeyde hazırlık yapıldı. Törendeki gösteriler, alana kurulan büyük boyutlu ekranlardan izlenebilecek. Türk Hava Kurumu'dan "wingsuit" pilotlarından birinin kamerasından çekilen görüntüler de tören alanında kurulacak ekranlara yansıtılacak.
 Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKM'deki törenin ardından, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde resepsiyon verecek. Resepsiyona devlet erkanı, sanatçılar, iş dünyası temsilcileri, basın mensupları, sporcular da katılacak.
 Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla ayrıca bu yıl özel bir logo tasarlandı, özel gün pulu basıldı.
ATATÜRK, ATATÜRK'Ü ANLATIYOR: TEK TUTKUM YURDUM
Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşam öyküsü, arşivlik bir kitapta derlendi. 1881-1919 arasındaki dönem, belgeler ve fotoğraflarla bizzat Atatürk’ün ağzından anlatılıyor. Günlükler, mektup ve telgraflar 20’nci yüzyılın başlangıcına ışık tutuyor.
Benim tutkularım var, hem de pek büyükleri. Bu tutkuların, yüksek yerler ele geçirmek ya da büyük paralar elde etmek gibi, maddi emellerin doyumuyla ilişkisi bulunmuyor. Ben, bu tutkularımın gerçekleşmesini, yurduma büyük yararları dokunacak, bana da başarıyla yerine getirilmiş bir görevin iç rahatlığını verecek büyük bir düşüncenin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.” 
Bu satırlar, Mustafa Kemal’in Sofya’dan Madam Corinne’e yazdığı mektuba ait... ‘Atatürk, Atatürk’ü Anlatıyor’ kitabının birinci bölümü de bu mektuptan esinle ‘Benim Tutkularım Var’ ismini taşıyor. 1881-1919 yıllarını kapsayan çalışma, Atatürk’ün verdiği kavgaları, acılarını, isyanını hissetme imkânı veriyor.
‘DÜŞÜNCELERİMİ ANLATAN YAZILAR ULUSUMA GEREKEN BELGELER OLACAK’
Kitapta Atatürk’ün kendi yazdığı günlükler, mektuplar, röportajlar ve anlattığı anılar sadeleştirilerek kullanıldı.
Kitap, Gazi Mustafa Kemal imzalı bir sunuşla başlıyor: “Benim planlarımı, düşüncelerimi samimi olarak aktaran bu yazılar okunduktan sonra kuşku duymam ki, ulusum durumu düşünmek ve yargılamak için gerekli belgelere sahip bulunacaktır. Eğer sizlere anlattığım düşüncede olanların dünyadan ne kadar anlamadıklarını olaylar kanıtlamamış olsaydı, sözlerimin gerçekliği zor anlaşılabilir diye bir süre daha beklemeye gerek görürdüm. Fakat sanıyorum ki, bu beklemelere ne benim, ne de Türk ulusunun artık ihtiyacı kalmamıştır.
Ben Dünya Savaşı’nın müttefiklerimiz için iyi sonuç vereceğine güvenmiyordum. Fakat bu oldu bittikten sonra bulunduğum cephelerde savaşı başarıya ulaştırmaya çalıştım. Diğer cephelerde ise sanki tersine bir yarış vardı. Başkumandan Vekili (Enver Paşa) her hareketinde bir ordu mahvederdi: Sarıkamış’ta olduğu gibi. O ve arkadaşları zaten daha önce Türk ulusunu ve ordusunu doğal olmayan bir duruma sokmuşlardı. Bu doğal olmayan durum nedeniyle ordunun yabancı bir askeri heyetini eleştirmek istemem. Asıl eleştiriye layık olanlar gerçekte bizim devlet başkanımız ve özellikle devlet adamlarımızdır.”
ANNEM ASKERLİKTEN ÜRKÜYORDU
“Selanik’te Mülkiye İdadisi’ne kaydoldum. Okulda Kaymak Hafız isminde bir hoca vardı. Bir gün sınıfımızda ders verirken diğer bir çocukla kavga ettim. Çok gürültü oldu. Hoca beni yakaladı. Çok dövdü. Bütün vücudum kan içinde kaldı. Büyükannem zaten okulda okumama karşıydı. Beni hemen okuldan çıkardı. Binbaşı Kadri Bey komşumuzdu. Oğlu Ahmet Bey Askeri Rüştiyesi’ne devam ediyor ve okulun askeri elbisesini giyiyordu. Onu gördükçe ben de böyle elbise giymeye hevesleniyordum. Subay olabilmek için tek yolun Askeri Rüştiyesi’ne girmek olduğunu anlıyordum. O sırada annem Selanik’e gelmişti. Askeri Rüştiyesi’ne girmek istediğimi söyledim. Annem askerlikten ürküyordu. Başvuru zamanı ona sezdirmeden kendi kendime Askeri Rüştiyesi’ne giderek sınavı kazandım.”
ANNEMLE BABAM ARASINDA ŞİDDETLİ BİR MÜCADELE VARDI
ATATÜRK Selanik günlerini şöyle anlatıyor: “Çocukluğuma ait hatırladığım ilk şey, okul konusuydu. Annemle babam arasında şiddetli bir mücadele vardı. Annem, ilahilerle okula başlamamı ve mahalle okuluna gitmemi istiyordu. Babam, yeni açılan Şemsi Efendi’nin okuluna devam etmeme ve yeni yöntemlerle okumama taraftardı. Sonunda babam işi ustaca halletti. Önce alışılmış törenle mahalle okuluna başladım. Birkaç gün sonra da mahalle okulundan ayrıldım. Şemsi Efendi’nin okuluna kaydedildim.” 
SİYASİ UĞRAŞLAR
“Harbiye yıllarında siyasetle ilgilenmeye başladım. Namık Kemal Bey’in kitaplarını okuyorduk. Sıkı bir izleme vardı. Ancak koğuşta, yattıktan sonra okuma olanağı buluyorduk. Yurtseverce eserleri okuyanlara karşı kovuşturma yapılması, işlerin içinde bir berbatlık bulunduğunu hissettiriyordu. Bende ve bazı arkadaşlarda yeni görüşler oluşmaya başlamıştı. Ülkenin yönetiminde ve siyasetinde yanlışlıklar olduğunu keşfetmeye başladık.”

27 Ekim 2015 Salı

İnsan 200 bin yıl sonra neye benzeyecek?

Sheffield Üniversitesi’nde son yapılan bir araştırma insanlarda evrimin kesinlikle devam ettiğini ve bu olgunun artık sorgulanmasının gereksiz olduğunu ortaya koyuyor.


Aslında Hardy-Weinberg Denge Kuralı’na göre evrim mekanizmalarından en az biri genetik popülasyon içinde etkili olduğu sürece, evrimsel değişiklik matematiksel bir gerekliliktir. Bu mekanizmalar mutasyon, rastgele olmayan çiftleşme (cinsel seçilimi de kapsar), gen akışı, genetik sürüklenme veya doğal seçilimdir.

Bunların ilk dördünün devam ettiği açıkça görülüyor. Sheffield çalışmasının da kanıtladığı gibi doğal seçilim de etkisini sürdürüyor. Ancak bu noktada olaya başka bilinmeyenler de ilave oluyor:

Evrim devam ettiğine göre insanlar gelecekte neye benzeyecek?

Gelecekteki evrimsel değişiklikler hakkında tahminde bulunmak teknik açıdan doğru olmasa da (çünkü evrimin bir hedefi yoktur; gelecekte ne gibi koşullara maruz kalacağımızı, hangi ortamlarda yaşayacağımızı kesin olarak bilemeyiz), bugünkü gidişata bakarak yakın gelecekte neler olacağı hakkında akıllı bir tahminde bulunabiliriz:

TEKNOLOJİ YARDIMI İLE KENDİ KENDİNİ GELİŞTİRME:

İnsanlar zaman içinde teknolojiden yararlanarak kendi üzerlerinde evrimi zorlayacakları bir noktaya gelebilirler. Bu gerçek anlamda kendi kendini ıslah etme anlamına geleceği gibi, biyonik organlar veya gen seçilimi yoluyla da olabilir. Örneğin anne baba adayları doğacak çocuklarının özelliklerini doğumdan önce seçebilirler. Eğer bu uygulamaya izin verilirse özellikle gen seçilimi “tasarım bebekleri” alanında bir patlamaya yol açabilir. Bu bebeklerde istenmeyen özellikler ve hastalıklı genler temizlenmiştir. Yaygınlaştığı takdirde bu uygulamaolumsuz insan özelliklerini ortadan kaldırabilir.
 
DAHA BÜYÜK/DAHA KÜÇÜK KAFATASI:
Kafatası hacmi ile ilgili tahminler başlıca iki düşünce akımına dayanır. Çok sayıda bilim insanının savunduğu “küçük kafatası” tahmini, insan kafatası hacminin üst sınıra dayandığını ve insanların daha büyük kafatasına sahip olmalarının imkânsız olduğunu iddia eder. Bunun nedeni normal doğumda annenin fizyolojisinin daha büyük bir kafanın geçişine izin vermemesidir. Bu nedenle pek çok bilim insanı daha büyük bir kafanın doğumu imkansızlaştıracağına inanıyor. Daha büyük bir kafa anneye zarar verecek daha da kötüsü ölümüne yol açabilecektir. Bu açıdan kafa boyutlarının aynı kalması, hatta zaman içinde küçülmesi kaçınılmazdır.

Ancak bu görüş sezaryen uygulamasını göz ardı ediyor. Günümüzde doğacak bebeğin kafası normalden büyükse zaten sezaryen ile doğurtuluyor. Kimileri sezaryen ameliyatlarının doğal doğumlardan daha tehlikesiz olduğunu düşünse de, bu uygulamanın ancak hastane ortamlarında yapılabilmesi çok önemli bir engel oluşturuyor. Büyük kafataslı insanlar, sezaryen koşullarını yaratamadıkları anda yok olmaya mahkûmdur.
AYAK PARMAĞI SAYISINDA AZALMA:

İnsanlar iki ayağı üzerinde yürümeye başlamadan önce ayak parmakları, aynı el parmakları gibi kavrama yeteneğine sahipti. Tırmanma, kavrama eylemleri yerine yürüme alışkanlığını kazandığımız andan itibaren ayak parmakları yavaş yavaş bugünkü boyutlarına indi. Bugün en küçük dalı bile kavrama yeteneğine sahip değiliz.
 
Dolayısıyla beşinci en küçük parmağın giderek küçülmesi bu sürecin bir habercisidir. Bu arada diğer parmaklar, özellikle de büyüğüyalnızca denge ve yürümeyi sağlar. Küçük parmak bugün işe yaramıyor ve bu parmağı olmadan insanlar hiçbir sıkıntı yaşamıyor. Bugün küçük parmak – ayakkabıların içinde sıkışıklık yaratmak, yolumuzun üzerindeki nesnelere çarpmak gibi – yalnızca sorun yaratıyor. Dolayısıyla insanların zaman içinde dört ayak parmağının kalacağını söyleyebiliriz. Kaldı ki hayvanlar da evrim sonucu bazı parmaklarını yitirmişlerdir.
 
KÜÇÜK DİŞLER:

En yakın zamanda beklenen değişiklik akıl dişlerinin yok olmasıdır. Bu dişler bugün modern insanlarda işe yaramıyor. Ve bazı etnik gruplarda bu dişler hiç çıkmıyor. Bunun dışında dişlerimizin giderek küçüleceğini söyleyebiliriz. İnsanlarda dişler bugüne dek evrimi boyunca küçülme eğilimi gösterdi. Fosil kayıtlarına göre son 100 bin yıl içinde dişlerin yarı yarıya küçüldüğü ve buna bağlı olarak çenenin de küçülmüş olduğu görülüyor. Bu gidişatın devam etmesi çok büyük bir olasılık.
 
  
BEYİNDE BAĞLANTI BOLLUĞU:
Teknoloji şimdiden belleğin çalışma şeklini değiştirmiş bulunuyor. Maksimum verimliliği yakalamaya çalışan insan beyni, tipik olarak bilginin kendisini değil, bilginin depolanmış olduğu yeri hatırlar. Bir kitabın nereye konulmuş olduğunu hatırlamak, kitabın içindekileri hatırlamaktan daha kolaydır. Ve internet çağında bu zihinsel tuhaflığın önem kazanması normaldir. Bir şeyi hatırlamaya çalışırken beyin “o şeyin” nerede olduğunu hatırlar –internette, google’da, wikipedia’da vb.- Teknoloji geliştikçe beyinler verimliliği en üst düzeye çıkartmak için gerekli uyumu gösterecektir.
 VÜCUT TÜYLERİNİN YİTİMİ:

İlk insanların vücudunu kaplayan tüylerin bugün çoğunu yitirmiş bulunuyoruz. Bu eğilimin zaman içinde devam edeceğini varsayarsak bugün sahip olduğumuz tüylerin de döküleceğini söyleyebiliriz. Özellikle kadınların, vücutlarının belirli bölgelerinde tüy olmadığı zaman cinsel açıdan daha çekici oldukları inancı yaygındır. Dolayısıyla bu tüylerin gelecekte hiç çıkmayacağını söylemek yanlış olmaz. Aynı şey erkekler için de geçerlidir. Ancak erkeklerde vücutlarının kılsız olması yönünde bir sosyal baskı bulunmadığı için, bu süreç daha uzun sürebilir.
 
UZAYAN BOYLAR:

İnsanlarda boy uzunluğu son iki yüzyıldır hızlı bir şekilde uzuyor. Yalnızca son 150 yılda türümüzün ortalama boyu 10 cm kadar uzadı. Boy uzamasının ardındaki en belirgin itici güç yiyecek bolluğu ve çeşitliliğinden pek çoğumuzun yararlanabilmesidir. Açlık uzun
boyun önündeki en önemli engeldir. Bir çocuk ne kadar sağlıklı beslenirse, o kadar sağlıklı gelişir ve boyu uzar. Yiyecek sıkıntısı yaşanmadığı sürece boyların uzaması devam edecek. Bunun sınırını evrim belirleyecek.
 
 

ZAYIFLAYAN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ:
Hayatta kalmak için insanların ilaçlara bağımlılığı arttıkça, insanların bağışıklık sistemlerinin yavaş yavaş zayıflayacağını öngörebiliriz. Bunu açıklamanın en iyi yolu hormonlarla ilgili örnektir.
Gelecekte ilaç destekleri yardımıyla hormonlarınızı düzenlediğinizi bir düşünün. Zaman içinde vücudunuzun bu desteklere bağımlı hale geldiğini, destekler olmadan düzen kuramadığını tahmin edebilirsiniz. Hormonları yaratan süreçlerin hayatta kalma konusundaki rolleri giderek azalır, çünkü nasılsa dış destekle hormonlar  düzenlenmektedir. Binlerce yıl sonra insanlar öyle bir noktaya erişirler ki, hormonlar organik olarak vücudun içinde üretilmez. Bu örneği biraz daha genişletebiliriz: İnsan vücudu hayatta kalmak için tümüyle dışarıdan gelen desteklere muhtaç hale gelebilir. Dolayısıyla vücudun iç fonksiyonlarının büyük bir kısmı işlevsiz kalır. Bu durumda ilaçlar tüm mikroplarla başa çıkabildiğine göre güçlü bir bağışıklık sistemine ihtiyacınız kalmaz.
ETNİK FARKLILIKLARIN SONU:
Çok kültürlülük modern toplumlarının özüdür. Kültürlerin birbiriyle iç içe geçmesi sürdükçe insanların tek bir etnik gruba evrilmesi şaşırtıcı olmaz. Irkların birbiriyle karışması yaygınlaştıkça insanlar etnik özelliklerinin ana hatlarını yitirirler. Ve dünyanın farklı kısımlarının özelliklerini taşımaya başlarlar. Bunun tek bir faydası olabilir: Irkçılık artık ayrıştırıcı bir unsur olmaktan çıkar.
KÖRELEN KASLAR
İnsan ırkının zamanla fiziksel olarak zayıf düşmesine yol açabilecek iki önemli neden söz konusudur.
Birincisi kas geliştirici işlerde teknolojiye giderek daha fazla bağımlılık kazanmamızdır –özellikle makinelere-. Her nesil giderek daha az miktarda fiziksel güç harcadığı için vücudumuzun zayıflaması kaçınılmazdır. Kasların körelmesinin ikinci olası nedeni biraz daha çarpıcıdır. Uzayda yaşam kurma çabalarından sonuç alındığı takdirde günlük işlerde fiziksel güce neredeyse hiç ihtiyaç duyulmayabilir. Galaksiler arası yolculuklarda insanların kas kütlesinin büyük bir kısmını yitirmesi büyük bir olasılıktır. Dünyaya dönen astronotların kas kütlelerinin büyük bir kısmını yitirmiş olduklarını biliyoruz. Gelecek nesillerin bu sorunu göz ardı etmemeleri ve buna çözüm getirmeleri gerekir. Aksi takdirde tekerlekli sandalyeye bağımlı bir yaşam sürebilirler.
NEREYE GİDİYORUZ?
Scientific American dergisi evrilmekte olan insanların gelecekte neye benzeyeceğini dünyanın önde gelen bilim insanlarına sordu. Bazı ilginç yanıtlar şöyle:
Ray Kurzweil, gelecek bilimci ve Google’da mühendislik birimi yöneticisi: Parkinson hastaları ve işitme engelliler şimdiden beyinlerine yerleştirilen implant’lardan yarar sağlıyor. 2030’lu yıllara gelindiğinde bu uygulama yaygınlaşacak.
Bilgisayarlar o kadar küçülecek ki kılcal damarlardan girilip kolayca beynimize yerleştirilecek. Uygulamalardan biri, bugün akıllı telefonumuzun zekâsını bulut’ta genişlettiğimiz gibi, neokorteksi (beynimizin düşünme bölgesi) bulut’ta genişletmek olacak.
S.Jay Olshansky, Illinois Üniversitesi’nde biyodemograf: Gelecekte fizyolojik evrimin en belirgin itici gücü, bazı özellikleri ortaya çıkartmak için insanın genlere müdahalesi olacaktır. Yapmamamız gereken ilk şey evrimin sırtımıza yüklediği
yüklerden kurtulmak olmalıdır. Büyük bir olasılıkla ilk hedefimiz yaşlılığa bağlı hastalıklar ve bozukluklar olacaktır.
Yohannes Haile-Selassie, Cleveland Doğa Tarihi Müzesi’nde paleoantropolog: Evrim ara vermeden devam eden bir süreçtir. Dolayısıyla insanlar Dünya’daki tüm diğer yaşam biçimleri gibi evriliyor ve evrilmeye de devam edecektir. Ancak kimse bir gün yok olacağı gerçeği dışında, insanın ne olacağını bilemez. Evrimin kendi iç dinamikleri vardır ve kimse bu konuda kesin bir tahminde bulunamaz.
Sarah Tishkoff, Pennsylvania Üniversitesi’nden popülasyon genetikçisi:10.000 yıl içinde veya sonrasında küresel popülasyonda farklılıkların azalacağını umuyorum. Yeni bir insan türünün ortaya çıkacağını sanmıyorum, çünkü kültürümüz genlerimizden daha hızlı evriliyor.
Kaynak: Cumhuriyet Bilim Teknik

26 Ekim 2015 Pazartesi

Yoksulluğun diğer yüzü Hindistan


1,1 milyar nüfusuyla Çin’den sonra dünyanın en kalabalık ülkesi olan Hindistan aynı zamanda en zenginlerle en yoksulları bir arada barındıran egzotik bir ülke.

İtalyan fotoğrafçı Roberto Pazzi, 3 haftalık Asya seyahatinde, bu dev ülkenin en yoksul kentlerini Ganj nehri boyunca dolaşarak görüntüledi.

Sokakları yoksullar, dilenciler, yılan oynatanlar, seyyar satıcılarla dolu Hindistan kentlerinde ‘Parya’ olarak adlandırılan kast sisteminin en altındaki milyonlarca insan Budist inanışın gereği olarak bir sonraki hayatlarında varlıklı ve zengin olarak dünyaya geleceklerine inanıp, bu yoksulluktan mutluluk çıkartıyorlar.

Günde 33 peni (1 lira 20 kuruş) ile yaşamlarını sürdüren Hindistan’ın en fakirlerinin sayısı Dünya Bankası’nın son raporuna göre, 179,6 milyon kişi.










İklim değişti

Küresel ısınmanın boyutlarını rakamlarla ortaya koymak fotoğrafların yarattığı etkiyi yaratmıyor. Bu fikirden yola çıkarak Business Insider’dan Dina Spector çarpıcı habere imza attı. G.D. Hazard’ın 1882 yılında Alaska’nın Muir bölgesinde çektiği fotoğrafta gözüken buzdağlarından 2005 yılında eser kalmamış… Küresel ısınmanın Türkiye'ye de çarpıcı etkileri var uzmanlara göre 2070 yılına kadar ülkemizde ortalama sıcaklıklar 6 derece yükselecek.


İşte birbirinden çarpıcı dört küresel ısınma örneği:

Alaska'nın Muir bölgesindeki buzullar 1882 yılında böyle gözüküyordu.
,
2005 yılında çekilen bu fotoğrafta buzullardan eser kalmadığı gözüküyor.

1960 yılında İsviçre'deki Alp Dağları'nın zirvesindeki kar seviyesi oranı.


2005 yılının Ağustos ayında Alp Dağları'ndaki kar seviyesi. 1960 yılında çekilen fotoğrafta Ağustos ayındaydı.
 

Birleşik Arap Emirlikleri'nin güneyindeki Dibba'nın dibinde mercanlar (2004)

 2008 yılında mercanlardan eser kalmamış...
Afrika’daki Çad Gölü 1930 yılında dünyanın en büyük 6. gölüydü. Göl Çad, Nijerya, Kamerun ve Nijer’de 20 milyon insanı besliyordu.

1960 yılına gelindiğinde göl yüzey alanının yüzde 80’ini kaybetti. 
SICAKLIK 25 YILDA 3 DERECE ARTACAK
Küresel ısınma dünya ekonomisini de ciddi bir biçimde tehdit ediyor. Araştırmaya göre iklim değişikliği kontrol altına alınmazsa 2100’de ülkelerin %77’sinde kişi başına gelir düşecek ve üretim %20’den fazla gerileyecek.  Ekonomi Gazetecileri Derneği’nin Küresel Isınma Kurultayı Sonuç Bildirgesi’ne göre, Türkiye’deki sıcaklıkların, gelecek 25 yıl içinde 3 dereceye, yüzyıl sonunda ise 6 dereceye kadar artabileceği, yağışların ise yüzde 50 oranında azalabileceği tahmin ediliyor. Öngörülen bu iklim değişikliklerine bağlı olarak Türkiye’de kuraklığın yanı sıra, su kaynakları ile tarımsal ve hayvansal üretimde azalmanın meydana gelebileceğine işaret ediliyor.
KYOTO PROTOKOLÜDünyada küresel iklim değişikliğine yanıt bulmak için 160 ülke ortak olarak Kyoto Protokolü imzalamıştı.Bu protokol şu anda yeryüzündeki 160 ülkeyi ve sera gazı salımının yüzde 55'inden fazlasını kapsıyor. Kyoto Protokolü ile devreye girecek önlemler, pahalı yatırımlar gerektiriyor.
Sözleşmeye göre;
-Atmosfere salınan sera gazı miktarı yüzde 5'e çekilecek,Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek,
-Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme sağlanacak, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak,-Atmosfere bırakılan metan ve karbon dioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek,
-Fosil yakıtlar yerine örneğin bio dizel yakıt kullanılacak,Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek,
-Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye sokulacak,Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak,-Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacaktır.
KÜRESEL ISINMA NEDİR?
Küresel ısınma, başlıca atmosfere salınan gazların neden olduğu düşünülen sera etkisinin sonucunda, Dünya üzerinde yıl boyunca kara, deniz ve havada ölçülen ortalama sıcaklıklarda görülen artışa verilen isim. İklim sistemi içsel ve insani etkiler, Güneş'in periyodik aktiviteleri ve sera gazları, vb. nedenlerden etkilenmekte. hürriyet.com.tr

25 Ekim 2015 Pazar

Bilim insanları "Hunza Türkleri"'nin peşinde

Hunza Türkleri, Hun Türklerinden geliyor. Pakistan ve Hindistan sınırında yaşayan bu insanların çok ilginç bir özelliği var...

Tamamen Müslüman olan Hunza Türkleri ortalama 110 ile 120 yıl yaşıyor.

Burada 65 yaş yolun yarısı sayılıyor.

Kadınlar 65-70 yaş arasında anne oluyor. 100 yaşında ölenlere genç öldü deniliyor.

Asırlarca yolu, izi olmayan, erişilmesi çok güç bir yerde izole olarak yaşayan Hunzakutlar "Mir" dedikleri hanedan reislerinin ve ona danışmanlık yapan on iki kişiden oluşan bir İhtiyar Heyeti idaresinde, yani Türk geleneklerine uygun olarak, 900 yıldan fazla bir süre bağımsız yaşamışlar.

Hunza Türklerinin çok ilginç bir yanı da burada hiç kanser vakasının yaşanmaması.
Kansere yakalanmadıkları gibi sık rastlanan diğer rahatsızlıklara da uğramıyorlar.

Bilim adamlarının dikkatini çeken bu ömür süresi onları araştırma yapmaya yöneltti. Bunun nedeni denizden 6 bin metre yükseklikte çok yüksek oksijeni olan bir bölgede bulunmaları.

Buz gibi temiz su içip kendi ekip biçtiklerini yemeleri. Hunza Türkleri'nin et ve baharatlı yemekleri çok ünlü ve sadece kendi ürettikleri sebze ve meyveleri tüketiyorlar.

Eskiden Sincan-Keşmir arasında gidip gelen kervanlara sarp geçitlerde baskın yaparak, mallarını çalarak, gerektiğinde adam öldürerek geçimlerini sağlarlarmış. Ancak komşu halkların sert tepkileri üzerine 1860 da onlara söz vererek bundan vazgeçmek zorunda kalmışlar.

Asırlarca yolu, izi olmayan, erişilmesi çok güç bir yerde izole olarak yaşayan Hunzakutlar "Mir" dedikleri hanedan reislerinin ve ona danışmanlık yapan on iki kişiden oluşan bir İhtiyar Heyeti idaresinde, yani Türk geleneklerine uygun olarak, 900 yıldan fazla bir süre bağımsız yaşamışlar.

Eskiden Sincan-Keşmir arasında gidip gelen kervanlara sarp geçitlerde baskın yaparak, mallarını çalarak, gerektiğinde adam öldürerek geçimlerini sağlarlarmış.

Bağımsız yönetim 1870 de İngiliz askerleri gelmesiyle kesintiye uğradı. Hunzalar İngilizler gittikten sonra tekrar bağımsız oldular.

Hunzakutların en büyük özellikleri dış dünyanın dikkatini çekmek için fırsat bulduklarında sansasyonel, abartılı tanıtımlara ve gösterilere başvurmaları.

Bunlardan biri de, Büyük İskender'in 2 bin 300 yıl önceki seferde orada kalan askerlerinin torunları olduklarını iddia etmeleri. Kanıt olarak da çevre halkı Peştunlara göre beyaz tenlerini, farklı dil ve kültürlerini gösteriyorlar.

Ancak Türkler de Pakistanlılara göre beyaz tenli, dil ve kültürleri farklı, kaldı ki Hunzaların yaşadıkları ülke olan Pakistan'ın resmi dili Urdu bir zamanlar o topraklara hükmetmiş olan Türk Hükümdarı Gazneli Mahmut'un ordusunun dili.

Eski bir Hunzalı Mir Sefdar Han'ın hatları tipik Orta Asya Türk ırkının bilhassa Uygur Türklerinin özelliklerini taşıyor

En son Y-DNA gen araştırmalarında (Firasat ve diğerleri) Hunzakutlarda Greklerin genetik unsurlarına hiç rastlanmadı. Büyük İskender kalıntıları olabilecek diğer halklardan Kalaşlar da aynen sıfır çektiler, sadece Peştunlarda % 2 Grek geni bulundu.

Hunza vadisi Uygur Türklerinin yaşadığı Doğu Türkistan'daki Sincan Uygur Bölgesi'nin yalnızca iki adım ötesinde. Arada sadece Kuncerab geçidi var. Uygurların yarısı genetik açıdan R1a ve R1b haplo grubuna mensup. Avrupalılar gibi. Yukarıda açıklandığı gibi Hunzalar ve Uygurlar arasında genetik bağ var.

Hunza Türkleri, Hun Türklerinden geliyor. Pakistan ve Hindistan sınırında yaşayan bu insanların çok ilginç bir özelliği var...

Yörede genetikçilerden başka araştırma yapan Batılı antropologlara göre biyolojik özellikleri, toplumsal ve kültürel yönleri açısından Hunzakutlar Kafkasya orijinliler (Beyaz ve kumral Batı ve Doğu Avrupalılar, Kafkaslar dahil).

Bütün bunlar ve Hunzakutların tenleri, dilleri ve kültürlerinin yöre halklarından farkılı olmasının sebebinin Grek değil Türk orijinli olmalarına işaret ediyor.

Türkler dünyaya yayılmışlar, Amerikaya bile gitmişler, Avrupa halkları avcı-toplayıcı topluluklarken Türkler Orta Asya, Kafkaslar ve Anadolu'dan gelip onlara çiftçilik öğretmişler. Onların atası olmuşlar. Hint yarımadası halkının kökeni de Ön Türkler. Aslında bunları biz söylemiyoruz. Yazımızda kaynaklarını verdiğimiz batılı genobilimciler söylüyor.

Sonuçta veriler ana dillerinin bilinen hiçbir dil ile benzerlik taşımaması nedeniyle Hunlar ve Uygurlar ile yakın akraba olmalarından ziyade atalarının bütün Türklerin ortak ataları olan Ön Türkler olduğunu, zamanla erkeklerin yakın çevreden kız almalarıyla yöre halkıyla da karıştıklarını gösteriyor. (Kaynak:cnntürk.com.tr)