Ingrid Bergman’ı Baştan Çıkarmak soluksuz okunacak “gerçek” aşkın romanı...
Altıncı ayın altısı. Yıl 1945. Yer Paris/Fransa. Gözde oyuncu Ingrid Bergman otel odasındaki beyaz çarşafların üzerinde tüm zarafetiyle uzanırken bir not alır. Notu yazan bugün bütün dünyanın tanıdığı en iyi savaş fotoğrafçısı Robert Capa ve arkadaşı Irwin Shaw’dır. Notta şöyle yazar: Bu ortak bir davettir. Robert Capa ve Irwin Shaw hizmetinizdedir. Sizi akşam yemeğine davet eden bu notla birlikte çiçek göndermeyi de planladık. Ancak patronlarımıza danıştığımızda, ya çiçeklerin ya da yemeğin parasını ödeyebileceğimiz açığa çıktı. İkisi birden mümkün değildi. Çok az parayla akşam yemeği kazandı. Damağımız şampanyadan, bütçemiz biradan yana. Sevimliliğimizse sınır tanımıyor. Terlemeyiz ve ayakta uyuruz. Sizi 18.15’te arayacağız. İmza: İki aşk ve savaş emeklisi…
Dünyanın gözü onun üzerindeydi. Herkes onu beğeniyordu. Ama o bu notu sevdi ve o yemeği kabul etti. Ve Robert Capa’dan işte daha o akşam hoşlandı. Capa mı? Onunki hoşlanmanın birkaç tık ötesindeydi: Capa, Ingrid’e vurulmuştu. Bergman Berlin’e gitti, Capa da peşinden.
Başa dönelim. Savaş bitmişti ve o tüm etkileyiciliğiyle savaşın izlerini silmek, Amerikan askerlerini eğlendirmek için tura çıkmıştı. Ingrid Bergman Paris’teydi. Kısa bir süre için gittiği aşk şehrinde gerekeni yaptı: Âşık oldu. Adamın adı Robert Capa’ydı. Bugün onun için 20. yüzyılın en önemli foto muhabirlerinden biri diyebiliriz. Belki de günümüzde bilinen en iyi savaş fotoğrafçısı. 1947 yılında kurulan Magnum Photos’un kurucularından. Ingrid Bergman fotoğraflarının yanı sıra Orson Welles ve Pablo Picasso’nunkilerde de imzası olan büyük bir usta. Ama bizim bahsettiğimiz yıllar bunlardan çok daha önce. 1945. Paramparça cesetlerin peşinden koşan, bombalarla oyun oynayan bir adrenalin düşkünü. Mesleğine deli gibi âşık bir adam. Sevgilisini bu uğurda kaybetmiş, ölümünü izlemiş bir adam yeniden âşık olabilir mi? Olursa çok sevdiği işini bırakıp onun peşi sıra Hollywood’a gidip “ünlü fotoğrafları” çekmeye başlar mı? Hem de o sevgili evliyken, hem de o sevgilinin bir çocuğu varken, hem de o sevgili sürekli gizlenmek zorundayken…
BAŞKA BİR KADIN MI, ASLA!
Tüm bunlar oldu. Muhteşem bir aşk yaşadılar. Pahalı kafelerde akşam yemekleri, Seine Nehri boyunca yürüyüşler. Gece kulüplerinde çıplak ayakla danslar. Otel odalarında gizli randevular… “Bu gidişin sonu iyi değil” cümlesi eşliğinde yaşadılar ama karşı da koyamadılar. Ingrid Bergman, “Benim için deli olan birini istiyorum, bensiz yaşayamayan birini. Artık peşinden koşmayacağım” dese de, kitapta da okuduğumuz gibi Robert Capa onun için hayatının en önemli şeyinden, nefes aldığım tek yer dediği işinden vazgeçti. Oysa sevgilisi Gerda’yı kaybettiğinde başka bir kadını yanına yaklaştırmayacağına söz vermişti. Derken Ingrid ortaya çıkmış ve inancına yeniden kavuşmuştu.
Ingrid, 67’nci doğumgününde son bir kadeh şampanya içtikten sonra öldü. 1954 yılında Vietnam Savaşı’nı izleyerek fotoğraf çeken Capa bir mayına basarak öldü. Tıpkı Ingrid’in korktuğu gibi. 40 yaşındaydı.
Ingrid, Paris’ten Amerika’ya dönmesi gerektiğini biliyor, kocasından sürekli mektup alıyor, kızı onu özlüyordu. Ama o aşkından kopamıyor, Paris seyahatini uzattıkça uzatıyor, Capa’yla gününü gün ediyor, kalbinin sesini dinliyordu. Artık Petter’den gelen mektupların tonu değişmiş, dönmesi gerektiğinin farkına varmıştı. Zaten Hollywood da daha fazla beklemezdi. Ama yalnız gitmeyecekti. Capa’ya Hollywood’da iş buldu. O artık set fotoğrafçısıydı. Bu adamın her zaman kafasını karıştırdı, onu mutsuz etti ama olsun Ingrid’in yanındaydı, tesellisi büyüktü.
Ingrid Bergman’ı Baştan Çıkarmak’ta, Bergman’ın ona hayran olanların arasında nasıl da yalnız olduğunu okuyacaksınız. Yalnızca kendisi olmak hiçbir zaman yeterli olmadığı için oyuncu olmayı seçmiş, her role hazırlanırken girdiği o garip, efsunlaşmış hale tutkun kadını. Kendisini gizleyip başka bir zamana ve mekâna taşıyabilme haliyle yaşayan bir aktristi. Kalbini nasıl da aşka aştığını, nasıl korktuğunu, yine de ne cesur olduğunu… Ve tabii kocası Petter’i tanıyacaksınız. Karısının kazandığı parayı yöneten, güçlü doktor Petter. Kızını seven, yuvasına düşkün ama katı bir öğretmen gibi hayatının rengini alan bir koca. Belki kendi ilişkinize dönüp bakacaksınız. Çocuğunuza iyi baba olmuş kocanızın sizin hayatınızdan tutkuyu nasıl da alıp götürdüğünü okuyacaksınız. Uzun bir haber bülteni tadında.... Ritmi yüksek… Sonunu merak ederek ilerleyeceksiniz. Biraz da tahmin ederek. Hiç sıkılmadan, film izler gibi… Başrolde Ingrid Bergman varsa gerisi teferruat değil mi zaten?
Bilirim, kadınları öpebileceğin bir an vardır. Güven dolu, kırılgan bir bakış sokulur gözlerine. Senin ağzından saçma sapan sözler çıkar ve birden o çekimi hissedersin, sanki bir başkası olursun. Gölgeler sempatiyle yerlerine yerleşir. Işıltılı bir yüz yukarı kalkar. Göğsün çarpmaya başlar. Bu duyguyu tanıyorum. Bi an tamamen etkisine kapılıyorum. Ingrid’in gözlerinde o yumuşak, savunmasız bakışında bunu gördüğümü hayal ederek uzanıp yüzüne dokunmak, onu kendime doğru çekmek ve dudaklarımı dudaklarına yapıştırmak için delice bir istek duyuyorum. Neler düşünüyorum? Tanrı aşkına o evli, bir ailesi var.
(Kitaptan)
Ingrid Bergman’ı Baştan Çıkarmak
Chris Greenhalgh
Çeviren: Taciser
Belge, Ayşen Anadol
Doğan Kitap
2015, 299 sayfa, 23 TL.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder