29 Şubat 2016 Pazartesi

35 bin kişi dört yıldır 29 Şubat'ı bekliyor

Türkiye genelinde yaklaşık 35 bin kişi, şubatın 29 çektiği "artık yıl"ın 2016'ya denk gelmesiyle, 4 sene aradan sonra doğum gününü kutlamaya hazırlanıyor.



Bu yıl, takvim yılının mevsimlerle ve dünyanın güneş çevresinde dönme süresiyle uyumlu olması için uygulanan ve 4 senede bir gerçekleşen artık yıllardan birisi yaşanıyor. Buna göre, artık yılın 2016'ya denk gelmesi nedeniyle bu sene şubat ayı 29 çekiyor.

Bu tarihte doğanlar, doğum günlerini 4 yılda bir kutlamak zorunda kalıyor.

İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nden aldığı bilgiye göre, Türkiye genelinde, nüfus aile kütüklerinde doğum günü 29 Şubat olan 35 bin 33 kişi bulunuyor. Bunların 18 bin 119'u erkek, 16 bin 914'ü kadınlardan oluşuyor.

Doğum gününü 4 senede bir gelen artık yılda kutlamak zorunda kalanların illere göre dağılımına bakıldığında, 29 Şubat doğumlu en çok kişi İstanbul'da, en az kişi de Yalova nüfusunda kayıtlı bulunuyor.

Artık yılda doğan yerli ve yabancı ünlüler

Dört yılda bir gelen 29 Şubat’ta doğanlar arasında, Türkiye ve dünyada tanınmış isimler de bulunuyor. Buna göre, oyuncu Nejat İşler, sinema sanatçısı Nilüfer Aydan, Trabzonspor ve Beşiktaş gibi kulüplerde de forma giyen futbolcu Çağdaş Atan, bu tarihte doğan Türkiye'deki ünlü isimler arasında yer alıyor. Dünyaca tanınmış ünlüler arasında ise ressam Balthus, oyuncu Joss Ackland, oyuncu Jessie Usher ve Cezayirli ünlü şarkıcı Cheb Khaled bulunuyor. Fener Rum Patriği Bartholomeos da doğum günü 4 yılda bir denk gelenler arasında yer alıyor.

Şehirlerin tanınması gereken 10 ağacı

Madem söz konusu onlar olduğunda ne kadar farklı düşünürsek düşünelim bir araya gelip gövdelerimizi onlara siper edecek kadar seviyoruz, o zaman bu canlıları daha yakından tanımakta da fayda var. Ağaçlar... Çoğumuza hepsi çam ya da ağaç olsa da her biri ayrı dünya. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ünal Akkemik’in katkılarıyla sizin için şehirlerde arz-ı endam eden ve mutlaka tanımanız gereken 10 ağacı belirledik.
Basit soru: Ağaçları neden tanımalıyız? Tanısak ne, tanımasak ne! Böyle de bakılabilir olaya. Yanından geçer, sırtımızı dayar, gölgesinde yatar, en nihayetinde umursamasak da yaşar gideriz. İşte doğanın olayı tam da bu... İster tanı ister tanıma, ister koru kolla, ister umursama... O senin için her daim yapması gerekeni karşılık beklemeden yapıyor.  O yüzden ağaçlar öyle mahallede borcumuzun kabardığı esnaf gibi görmezlikten gelinecek canlılar değil. Hele en güzel, en taze, en can alıcı hallerine büründükleri bu bahar günlerinde. Parklarda en güzel halleriyle sizi bekliyorlar. 
1) AKDENİZ SERVİSİ 

İlk defa Roma döneminde Bebek-Beşiktaş arasına, gemi yapımında kullanılmak üzere dikilmiş. Yani bilinen ilk ağaçlandırma serviyle yapılmış. O günden bu güne mezarlıklar başta olmak üzere şehirlerin vazgeçilmezi.
2) GÜLİBRİŞİM 

Anavatanı İran olmasına karşın dünyaya İstanbul’dan dağılmış. İtalyan Filippo Degli Albizzi, 1745’te bu ağacın tohumlarını Avrupa’ya taşımış. O da güzelliğiyle çok kısa zamanda tüm Avrupa’yı fethetmiş. 
3) ÇİN YELPAZE ÇAMI 

Ginko biloba olarak da bilinen bu ağacın mazisi 280 milyon yıl. Yani gezegenimizde bilinen en eski ağaç.  Bu nedenle yaşayan fosil ve mabet ağacı olarak da bilinir. Dikkat: Tohumları çok kötü kokar, oynaşmayın. 
4) FISTIKÇAMI 

Ege ve Akdeniz Bölgeleri’nin ağacı... İstanbul’a 18-19’uncu yüzyıllarda getirilmiş. İstanbul Boğazı’nda o kadar iyi gelişmiş ki, günümüzde Boğaz’ın en güzel simgelerinden biri.
5) MANOLYA 

18. yüzyılda saray için Avrupalı bahçıvanlar tarafından İstanbul’a getirilmiş. Kökeni Amerika olan bu ağacın en yaşlı ve görkemli bireyleri Batum Botanik Bahçesi, Zonguldak ve İstanbul’da bulunuyor.  
6) ATKESTANESİ 

Osmanlı döneminde Arnavutluk’tan getirilmiş. Kestaneye benzeyen tohumlarının atlara ‘Soluğan’ hastalığını iyileştirmek için verilmesi nedeniyle bu adı almış.
7) ERGUVAN 

“İstanbul’un ağacı hangisi” diye sorulduğunda verilecek yanıt erguvan. Akdeniz ve Ege makiliklerinin doğal ağacı ama artık Boğaz’ın sayılır. Pembe çiçekleriyle Boğaz’ın en görkemli ve göz alıcı ağacı... 
8) TOROS SEDİRİ  

Dünyada dört türü var. Toros sediri bu dört kardeşin en görkemlilerinden. Mısır Piramitleri’nin yapımında kullanılmak üzere binlerce sedir ağacı kesilerek Toroslar’dan Mısır’a taşınmış...
9) MEŞE 

Türkiye, 17 türü ile dünyanın meşe merkezi. Roma ve Bizans döneminde gücün ve kuvvetin simgesi olan bu ağaç Anadolu’nun inşasında her daim başrolü oynamış. Oscar versek ilk sahibi meşe olurdu. 
10) SIĞLA 

Dünyadaki tek doğal yayılış alanı Türkiye ile Rodos Adası. Günlük ağacı da deniyor. 15-16 milyon yıl önce bütün Batı Anadolu bu ağaçla kaplıymış. Yağı 
ilaç, esans ve tütsü yapımında kullanılıyor. 

100 yaşını devirenlerin 9 ortak özelliği

Uzun ve sağlıklı yaşamak istiyorsanız, 100 yaşını aşanların yaşam tarzları kulağınıza küpe olsun.

Dünyada 100 yaşını aşanların yoğunlukta görüldüğü 4 yer var:

- İtalya’da Sardunya
- Costa Rica’da Nicoya yarım adası
- Kaliforniya’da Loma Linda
- Japonya’da Okinawa

Bu insanların hayatları çeyrek asır boyunca incelendi. Her birinin yedikleri farklı, çünkü yaşadıkları bölgenin doğal mahsullerini tüketiyorlar. Ama hayat tarzlarında ortak 9 nokta var:

-Her gün hareket ediyorlar

-Sebze ve meyve ağırlıklı besleniyor, nadir et tüketiyorlar

-Az yiyorlar

-Sosyal ortamlarda ölçülü miktarda alkol tüketiyorlar

-Hayatlarına yön veren bir amaçları var

-İnanç sahibiler

-Hayatı yavaşlatmayı başarıyorlar!

-Aile bağları kuvvetli

-Doğru arkadaş seçiyorlar

ÖMRÜNÜZE NASIL 12 YIL EKLERSİNİZ?

Dünyanın bambaşka yerlerinde 100 yılı aşkın süredir yaşayanlardan hepimizin öğreneceği önemli dersler var. Uzun ve sağlıklı bir ömür için sadece iyi beslenmek ve spor yapmak yetmiyor. Hayatı basitleştirmek gerekiyor. Bize aidiyet duygusu yaşatacak bir inanca, hayatımıza anlam katacak bir amaca ihtiyacımız var. Ama uzun ve güzel bir ömür için her şeyden önemlisi sevmek ve sevilmek. İyi bir aile ve yakın arkadaşlar hayatı güzelleştirmekle kalmıyor, uzatıyor da.

28 Şubat 2016 Pazar

Fotoğrafta beyaz çıkan göz neyin habercisi?

Uzmanlar uyarıyor: Fotoğraf çektiğinizde çocuğunuzun göz bebeklerinin biri kırmızı diğeri beyaz çıkıyorsa vakit kaybetmeden bir göz hekimine gitmenizde fayda var.



Uyarı; Çocuk Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Rejin Kebudi'den geldi. Kebudi, "Fotoğraf çektiğinizde çocuğunuzun göz bebeklerinin biri kırmızı diğeri beyaz çıkıyorsa bir tür göz kanser görülme ihtimali yüksektir" dedi.

Bu tür kanserlerin erken saptanması durumunda yalnız hayat değil, görme yetisinin de kurtulabildiğine vurgu yapan Kebudi, çocukluk çağı kanserlerinin tüm yaşlardaki kanserlerin yüzde 2’sini oluşturduğunu söyledi.

Prof. Dr. Rejin Kebudi, bazı belirti ve bulguların çoğu kez kanser dışında da görüldüğünü ve bu nedenle ailelerin panik yapmadan sağlık kuruluşuna müracaat ederek muayene ve tetkiklerini yaptırmasını önererek, çocukluk çağında en sık görülen göz içi kanser türü retinoblastoma karşı da dikkatli olunması uyarısında bulundu..

GÖZÜN BEYAZ GÖRÜNMESİ KANSER KAYNAKLI KİREÇLENMEYİ İŞARET EDEBİLİR

Erken tanının tedavide başarı oranını arttırdığını vurgulayan Kebudi, "Fotoğraf çektiğinizde çocuğunuzun göz bebeklerinin biri kırmızı diğeri beyaz çıkıyorsa çocuğu göz doktoru da görmelidir. Genellikle çekilen fotoğraflarda göz bebeği kırmızı görünür. Bu göz arkasındaki damarların kırmızı olmasından dolayıdır. Eğer fotoğrafta çocuğun göz bebeği kırmızı yerine beyaz görünüyorsa kanserden dolayı göz arkasında kireçlenme oluşuyor bu da fotoğrafa o şekilde yansıyor demektir" ifadelerini kullandı. cnntürk

İtalya'da 'kebapçı yasağı'

İtalya'nın Verona kentine kebap ve dürümcülerin gittikçe yayılması üzerine, "kültür ve gelenekleri korumak amacıyla" kent merkezinde etnik gıda satan işletmelerin açılması yasaklandı.

Risotto ve polentalarıyla ünlü Verona'nın yeme-içme sektöründe, hızlı ve ekonomik kebap büfelerinin ve dürümcülerinin gittikçe yaygınlaşması, kent yönetimini harekete geçirdi.

Verona Belediye Meclisi'nde geçen hafta içinde alınan kararla bundan böyle kent merkezinde "etnik gıda hazırlayıp satan işletmelerin" açılması yasaklandı.

İtalyan basını tarafından "kebap yasağı" olarak yorumlanan kararla ayrıca, ürünlerinin yüzde 50'sinden fazlası kızartma olan işletmelere de bundan böyle kent merkezinde ruhsat verilmeyecek.

AMAÇ, 'KÜLTÜR VE GELENEKLERİ KORUMAK'

Verona Belediye Başkanı Flavio Tosi "Bu önlem sayesinde, kentin onuruna zarar veren yiyecekler hazırlayan ve satan işletmelere izin verilmeyecek" dedi.

Tosi kararın, "hem kent merkezinin tarihi ve mimari mirasını hem de Verona bölgesinin kültür ve geleneklerini korumak amacıyla alındığını" söyledi.

Ancak bu karara destek verenler kadar, belediyeyi "göçmen karşıtlığıyla" suçlayanlar da var.

Demokratik Parti'den Verona Belediye Meclisi üyesi Elisa La Paglia, "Bugüne kadar Belediye Meclisi'nden geçen en ırkçı karar" eleştirisinde bulundu.

Yaklaşık 2000 yıllık amfitiyatrosu (Arena di Verona) ve Shakespeare eserlerine konu olmasıyla da tanınan Verona kenti UNESCO Dünya Mirasları listesinde yer alıyor. BBC Türkçe

25 Şubat 2016 Perşembe

7 günde mutluluğun formülü

Kendinizi mutlu edebilmeniz için bir köpek almanızı ya da uzak bir yerlere tatile gitmenizi önerebilirdik… Ama biz bu satırlarda, kolay ve pratik önerilerle bir hafta içinde mutluluğun kapılarını aralamanızı sağlayacağız!
İster genç ister yaşlı olun, bir şekilde herkes gibi siz de mutluluğu yakalamaya çalışıyorsunuz. Belki çok seveceğiniz bir eş arıyor, çocuk sahibi olmak ya da iyi para kazanmak istiyorsunuz. Bunlar tabii ki sizi mutlu edecek hayaller… Ancak bir de hayatın akışında mutlu olabilmek ve bu mutluluğu koruyabilmek var. Aslında çok büyük bir şeymiş gibi gözükmeyen ama temelinde pozitif etkilere fırsat veren “küçük mutlulukları” bir yaşam şekli olarak düşünürseniz işiniz daha da kolaylaşacak. Sizi üzen, aşağı çeken ya da kızdıran durumlara karşı koruma kalkanı oluşturacaksınız. İşe hemen koyulmak için günlerden yardım alın. Pazartesiden başlayıp pazara kadar kendinize ufak hedefler koyun ve kalıcı mutluluk için ilk adımı atmaya başlayın!


PAZARTESİ
SESİ BİRAZ AÇALIM…
Genel olarak sakin ve rahatlatıcı müzikler dinlemeyi seviyor olabilirsiniz. Bu tür müziklerin insan psikolojisini rahatlatma ve stresi azaltmadaki etkisi bilinen bir gerçek. Ancak zaman zaman stres, kızgınlık gibi duygu değişimleri dışarı atılma ihtiyacı hissediyor. Çizginin dışına çıkarak neşeli şarkılara fırsat verip motivasyonunuzu yükseltebilirsiniz. Kulaklarınıza zarar vermeyecek şekilde sesi açtınız mı tamam... Sizi motive edecek şarkıların sözlerine odaklanarak ister bağırıp çağırın, ister dans edin. Tüm ruh halinizi değiştirecek, enerjinize enerji katacak bu yol, belki de ilerleyen zamanlarda hoşunuza gitmeye başlayacak ve bir tek pazartesi günleri değil, her gün uygulamaya başlayacaksınız. Diğer yandan müziğe eşlik edecek egzersizler yapabilir, fit olmak için de bir adım atabilirsiniz. Durgun, enerjisi düşük “siz”den uzaklaşmak için şimdi güzel bir şarkı açın.


SALI
GÜLÜMSEYİN, GÜLÜMSETİN
Mutlu olmayı herkes istiyor. Ancak mutluluğun yolunun başkalarını mutlu etmekten geçtiği unutuluyor… Belki harika bir hayatınız yok. Eksik ya da yolunda gitmeyen, içinize sinmeyen durumlar olabilir. Ancak bunların hiçbiri ufak bir gülümseme ve tebessümle başkalarını mutlu etmenize engel değil. 7 günlük mutluluk planında salı günlerini (mutsuz ya da keyifsiz hissetseniz bile) gülümsemeyle geçirin. Etrafa yayacağınız enerji sayesinde içinde bulunduğunuz negatif havadan çıkacak, birilerinin mutlu olduğunu görerek tatmin olacaksınız. Gülümsemeyi beceremiyorsanız, başkalarını gülümsetecek davranışlarda bulunun. Sevdiğiniz birine sarılın. O an yanınızda olmayan arkadaşınıza iyi ki hayatınızda olduğunu söyleyin. Yardıma muhtaç birinin sorununu çözmeye çalışın ya da kimsesiz çocukları ziyaret edin. Birilerini mutlu edin ve sonunda siz de mutlu olun…


ÇARŞAMBA
ÖĞLE TATİLİNDE EGZERSİZ
Mesai başladığında öğle tatilini iple çektiğinizi, kafanızı rahatlatmak istediğinizi biliyoruz. Molanız bir saat de olsa yemek yiyerek, iş arkadaşlarınızla muhabbet ederek stresten uzaklaşmak hakkınız… Ancak işleyişi değiştirmenin kimseye zararı olmayacağını düşünerek bu molayı egzersizle geçirebilirsiniz. Öğle tatilinde hareketsiz kalmak yerine, iyisi mi çarşamba günü egzersiz yapın. İşinize, etrafınızdakilere ve kendinize iyi geleceğini düşünerek motivasyonunuzu üst seviyeye çıkartın. Öğle tatilinizin bir saatolduğunu varsayarsak, bunun 35-40 dakikasını egzersize, geri kalanını ise bir şeyler atıştırmaya ayırabilirsiniz. Bu görevi çarşamba gününde yapmanızın sebebi ise, kişilerin en çok hafta ortasında yorulması ve motivasyonunun en düşük olduğu gün olması…


PERŞEMBE
TİYATRO BİLETİ
Mutlu hissettiren şeyler arasında sosyal faaliyetler de var. Özellikle kendini kötü hisseden, üzgün ya da kızgın anlar geçiren kadınların alışverişe ilgileri koca bir gerçek. Son zamanlarda sıkça karşımıza çıkan “Shopping is my cardio” sözü (Kardiyo egzersizim alışveriş yapmak) bu durumu net şekilde ortaya koyuyor. Güzel, alışveriş yapıyorsunuz ama bu perşembe yalnızca bir tiyatro biletiyle aynı etkiyi yaratmaya ne dersiniz? Mutlu olmak için atacağınız bu adımı dram ya da korku gibi türlerin aksine, komedi izleyerek gerçekleştirebilirsiniz.


CUMA
BİLDİRİMLERİ KAPATIN
İşiniz gereği odaklanmanız gereken bir dolu şey var. Hal böyleyken çalışırken konsantrasyonunuzu bozacak çevresel faktörlerden uzak durmanız en mantıklısı. Telefonunuza gelen bildirimleri kapatıp, ilginizin dağılmasını engelleyin. Gerekirse aynı işlemi bilgisayarınızda da yapın. Sosyal medya hesaplarınızı çalışırken açmayın. Böylece gün içindeki performansınızı engelleyen tüm faktörleri ortadan kaldırın. İşinizi daha çabuk ve tam ilgiyle tamamlayın. Sonrasında hesaplarınıza bakabilir, telefonunuzun bildirimlerini açabilirsiniz. Cuma gününün verdiği sevinçle telefondan uzak kalmaya dayanabilirsiniz, değil mi?


CUMARTESİ

GÖNÜLLÜ OLUN
Bugün kendiniz için değil, başkası için bir şeyler yapın. Sevdiğiniz ve sıkılmadan ilgilendiğiniz alandaki çalışmalara gönüllü katılın. Bu bir sosyal sorumluluk projesi olabilir. Yalnızca birilerine ya da bir şeylere fayda sağlayabilmek için, maddi amaç gütmeden çalışın. Dünya ve insanlık adına yararlı çalışmalarda bulunmak ve sonucunda başarabildiğinizi görmek sizi daha mutlu biri yapacak, motivasyonunuzu yükselterek iyi hissetmenizi sağlayacak. Birileri için çalışmıyorsanız bile çevresel projelerde yer alabilirsiniz. Seçim size kalmış… 


PAZAR
SON AMA EN TATLI GÜN
Geldik haftanın son gününe… Diğer günlerde ruhunuzu beslediniz ama pazar gününde damağınızı tatlandıracaksınız. Günde tüketeceğiniz 5 öğün meyve ve sebze, sizi fiziksel olarak mutlu edecek! Porsiyonların büyük olmasına gerek yok. Hepsinden azar azar almanız yeterli… Porsiyon açısından dikkat etmeniz gerekenler var; büyük meyveleri bir eliniz kadar düşünmeli, taneli meyveleri de avuç içinizle ölçmelisiniz. Böylece pazar günü yediğiniz tüm meyve ve sebzeler, pazartesiye sıkı bir başlangıç yapmanıza yardımcı olacak.
www.formsante.com.tr TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR.

Bebek 24 parmaklı doğdu

Suriye'deki savaştan kaçarak Türkiye'ye gelen Esad ailesinin, 4 gün önce dünyaya gelen kızlarını görenler şaşkınlık yaşıyor. Çünkü Beylesan adı verilen minik kızın 24 parmağı var.

Deyrizor'daki çatışmaların ardından yaklaşık 8 ay önce Şanlıurfa'ya gelen ve Süleyman Şah Konaklama Tesislerine yerleşen Esad ailesinin 4 gün önce kız çocukları dünyaya geldi. Bir çadırda 13 kişi yaşayan ailenin "Beylesen" adı verilen bebeğinin el ve ayaklarında fazladan birer parmak bulunuyor. Yani minik kızdaki parmak sayısı 24.

Anne Hiyem Esad, kendisinin el ve ayaklarında da fazladan birer parmağı olduğunu belirterek bu nedenle kızı için endişelenmediğini söyledi.


GENETİK BİR DURUM VE SAĞLIK AÇISINDAN SAKINCASI YOK

Şimdiye kadar herhangi bir sıkıntı yaşamadıklarını ifade eden Esad, "İnşallah, kızım sağlıklı bir şekilde büyür. İlk gördüğümüzde şaşırmıştık ama artık alıştık. Aynı şekilde annemin de parmakları böyle.

Doktorlar, sağlık açısından fazla parmakların sıkıntı doğurmayacağını ve bunun genetik olduğunu söylediler" dedi. ntv

Boğaz ağrısından kurtulmanın 12 etkili yolu!

Boğaz ağrısı ile tahrişin neden olduğu; yutkunma, yeme ve konuşma güçlüğü yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürüyor. Ancak uzmanlara göre üst solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle gelişen boğaz ağrısından korunmak çok da zor değil! İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Emrah Turunç, hemen herkesin kış mevsiminde ortak sorunu olan boğaz ağrısını geçirmek için 12 öneride bulundu. İşte o öneriler:

1.  Tuzlu ve karbonatlı gargara yapın

Tuz ve karbonat boğazı temizliyor ve mikroplardan arındırıyor. Bir su bardağı ılık suyun içine bir çay kaşığı tuz ve bir çay kaşığı karbonat ekleyip karıştırarak hazırlayacağınız gargarayı dişlerinizi fırçaladıktan sonra uygulayarak hem ağız içerisindeki mikropları önemli ölçüde azaltabilir, hem de boğazınızı yumuşatabilirsiniz. Ancak hazırladığınız karışımı ağız içinde sadece çalkalamak yerine, mutlaka başınızı geriye doğru yatırarak gargara yapmalısınız. Bu şekilde karışımı bütün boğaz bölgesine uygulamış olacaksınız. Gargara yaptıktan sonra karışımı yutmamaya ve mutlaka tükürmeye de özen gösterin.

2. Bal, limon ve zencefilin gücünden faydalanın

Evinizdeki malzemelerle hazırlayabileceğiniz basit bir karışımla da boğaz ağrısından kurtulabilirsiniz. Balın boğazı yumuşatma özelliğinden, limonun antibakteriyel özelliğinin yanı sıra içindeki C vitamininden ve toz zencefilin balgam söktürücü özelliğinden faydalanabilirsiniz. Birkaç kaşık bal ile yarım limonun suyunu, bir çay kaşığı toz zencefille karıştırıp, buna az miktarda ılık su ekleyin. Elde ettiğiniz karışım boğaz ağrısı için etkili bir yöntem olacaktır.

3. Mentollü buhar banyosu yapın

Burun tıkanıklığı, geceleri ağzımızı açarak uyumamıza, bunun sonucunda da ağız kuruluğuna neden oluyor ve ağız içine havadan çok sayıda mikrobun girip yerleşmesine adeta davetiye çıkarıyor. Yatmadan önce alacağınız sıcak bir duş sizi hem rahatlatacak, hem de burun tıkanıklığını gidererek havayollarınızın açılmasına yardımcı olacaktır. Mentollü buhar banyosu da burun tıkanıklığını gidermeye yardımcı oluyor. Ayrıca gargara yapmak için kullanabileceğiniz tuzlu-karbonatlı karışımı burun tıkanıklığını gidermek için burun temizliğinde de kullanabilirsiniz.

4.  Ihlamur ve adaçayı için

Boğazdaki tahrişi giderme özelliği ile bilinen bitkiler ıhlamur ile adaçayı, boğaz ağrısı çektiğiniz dönemde etkili oluyor. Ayrıca ekinezya da bağışıklık sistemini güçlendirerek vücudunuzun enfeksiyonlara karşı direncini artırıyor. Bunlarla hazırlayacağınız bitki çayları boğaz ağrınızı gidermede etkili olacaktır.

5. Bol bol ılık su için

Bol bol su tüketmek vücudun, dolayısıyla havayollarının nemli kalmasını sağlıyor. Bu sayede de ağız kuruluğunu önlüyor, boğazdaki tahrişi azaltıyor, varsa mukusun daha kolay çözünmesine yardımcı oluyor. Günde en az 1.5-2 litre su içmeyi ihmal etmeyin. Suyu ılık olarak, yani oda sıcaklığında iken içmeye de özen gösterin, çünkü buzdolabında beklemiş soğuk su da boğazdaki tahrişi arttırabiliyor.

6. Besinlerinizi ılık tüketin

Aşırı soğuk ya da sıcak içecekler boğazdaki tahrişi arttırabiliyor, bu nedenle yiyecek ve içeceklerinizi mutlaka ılık olarak tüketmeye dikkat edin. Boğazınızın ileri derecede ağrılı, şiş ve iltihaplı olduğu durumlarda yumuşak kıvamlı, pilav ya da püre tarzında yiyeceklerin çiğnemeniz ve yutmanız daha kolay olacağı için bu çeşit gıdaları tercih etmenizde fayda var.

7. Sigaradan ve sigara dumanından uzak durun

Sigara içmek solunum yollarını hem tahriş ediyor, hem de dış etkenlere karşı savunmasız bırakıyor. Sadece sigara içiyor olmak bile, herhangi bir enfeksiyon olmaksızın boğazda ağrı, tahriş ve öksürüğe neden olabiliyor. Sigara haricinde, puro, pipo, nargile, hatta bunların dumanına pasif olarak maruz kalmak da havayollarını tahriş ediyor, iyileşmeyi geciktiriyor. Bu yüzden sigara içmeyin ve sigara dumanından uzak durmaya dikkat edin.

8. Kaloriferlerin üzerine bir kap su koyun

Soğuk kış aylarında evlerin ısıtılması nedeniyle ortamdaki nem çok azalıyor ve solunan kuru hava boğazda tahrişe yol açabiliyor. Bunu önlemek için kaloriferlerin üzerine içi su dolu kaplar veya ıslak havlular koyarak bulunduğunuz ortamı nemli hale getirebilirsiniz.

9. Yüksek sesle konuşmayın

Yüksek sesle konuşmak ve özellikle bağırmak, boğazda tahrişe ve ses tellerinde zedelenmeye bağlı ses kısıklığına yol açabiliyor. Bu yüzden özellikle soğuk havalarda sesinizi kullanırken daha dikkatli olmalısınız.

10. Abartılı öğünlerden kaçının

Boğaz ağrısının ardında yatan ve genellikle gözden kaçan nedenlerden biri de reflü, yani mide özsuyunun ağza gelerek geçtiği yollarda aside bağlı tahrişe neden olması. Reflüyü engellemek için yatma saatinizden en az 3 saat önce yeme içmeyi bırakmalı, özellikle akşam yemeğinde abartılı öğünlerden kaçınmalı ve mide asidini artırarak reflüye neden olabilecek, çay-kahve ve asitli içeceklerden uzak durmalısınız. Ayrıca yükseltilmiş yastık ile uyumaktan da fayda görebilirsiniz

11. Bilinçsiz ilaç kullanmayın

men herkesin evinde bir ecza dolabı ve o dolapta daha önceden kalma türlü türlü ilaçlar bulunuyor. Bu gibi durumlarda bazen bilinçsizce bu ilaçları kullanmaya yönelebiliyoruz. Ancak basit gibi görünen bir bitkisel pastilin bile içinde şeker bulunabileceğini ve bunun diyabeti olanlara zarar verebileceğini unutmayın. Hele ki antibiyotik türü ilaçları mutlaka doktor kontrolünde, gereken dozda ve miktarda kullanmalısınız. Ayrıca kullanmadan önce bütün ilaçların son kullanma tarihini kontrol etmeyi ihmal etmeyin.

12. Bir haftadan uzun sürdüyse doktora gidin

Ateş yüksekliği, halsizlik ve yaygın vücut ağrısı, şiddetli öksürük, sarı-yeşil renkte balgam sorununuz varsa ve boğaz ağrınız 1 haftadan uzun sürüyorsa mutlaka doktora başvurmanız gerekiyor.

Boğazına bir cisim kaçarsa…

Bebek ve çocuk ölümlerinin en önemli nedenlerinden biri de ev kazaları... Ebeveynler gerekli önlemleri alıp, ilk yardım konusunda bilinçlenmeli.


Memorial Ataşehir Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uzman Dr. Özlen Kaya Çardak bebeklerde ilk yardım hakkında şu bilgileri verdi:

OYUNCAK UYARISI


Çocukların oyuncakları arasında küçük parçalar, uzun ip, boyun bağı ve lastik gibi boğulmasını neden olacak nesneler olmamalıdır. Bebeklere nazar boncuğu gibi süs malzemelerini asmak için iğne, çengelli iğne kullanılmamalıdır.

YÜKSEKTEN DÜŞERSE…

4 ay ve daha büyük bebekler önünde koruması olmayan yatak veya koltukta yalnız bırakılmamalıdır. Düşülen mesafe 50 cm’den yüksek ve zemin sert ise; bebeğin doktor kontrolünden geçmesi gerekir. 50 cm’den daha alçak mesafeden yumuşak bir zemine düşen bebeklerde kusma ve bilinç değişikliği oluyorsa acil servislere götürülmeleri uygun olur.

BOĞAZINA BİR CİSİM KAÇTIĞINDA…

Fındık, ceviz, badem ve çekirdek gibi çiğnenmesi zor kuru yemişler 3 yaş altı çocuklara mutlaka ezilerek verilmelidir. Aksi halde ani ölümler yaşanabilir. Boğazına kaçması durumunda çocuğun yüzü yere gelecek baş aşağı şekilde tutularak göğüs kafesine baskı uygulanarak yabancı cismin çıkması kolaylaştırılabilir. Eğer bebeğin burnuna bir cisim kaçmışsa hemen doktora götürülmelidir. Bilinçsiz bir müdahale, kaçan cismi daha derine itilebilir.

ELEKTRİK ÇARPMASINA KARŞI

Elektrik prizleri priz koruyucu ile kapatılmalıdır. Elektrik çarpmalarında yapılması gereken ilk şey ise bebek elektrik kaynağından uzaklaştırıldıktan sonra solunumu ve nabzı kontrol etmektir. Baygınlık veya yüzünün solması gibi şok belirtiler varsa; başı gövdesinden biraz alçakta, bacakları ise yukarıda olacak şekilde yatırılmalıdır.

YÜRÜTEÇTE YALNIZ BIRAKMAYIN

Yürüteç, ev kazalarını artıran en tehlikeli araçların başında gelir. Bu nedenle dikkatli olunmalıdır. Özellikle 5 yaş altı çocuklar banyoda yalnız bırakılmamalıdır. Su dolu kova veya küvet içine kafa üstü düşebilirler. Köşeleri cam veya sert cisimlerden oluşan ev eşyalarına mutlaka plastik köşe koruyucuları eklenmelidir.

YANLARINDA İLAÇ İÇMEYİN

Evde çocukların ulaşacağı yerlerde kesinlikle ilaç ve temizlik maddeleri bulundurulmamalıdır. Çocukların her şeyi taklit etme isteği düşünülerek yanlarında ilaç içilmemelidir. Banyo ve mutfaklarda genellikle tezgah altlarına konulan temizlik maddeleri en sık ev içi zehirlenme nedenlerindendir. Sözcü

24 Şubat 2016 Çarşamba

Kimsenin dert ortağı olmayın

Adınızın önüne “dert ortağım, Güzin Abla” gibi sıfatlar geliyorsa bunlardan hızlıca kurtulmaya bakın. Çünkü çevrenizdekilerin sıkıntılarını paylaşmak sizi sadece üzmekle kalmıyor, ömrünüzden de çalıyor...

Herkesin derdi kendine büyük! Çoğu zaman kendimizinkilerle başa çıkmakta zorlanırken, bir de aile fertleri, arkadaşlar ya da hiç tanımadığımız kişilerin sorunlarını kendimize dert edersek bu hayatta yüzümüz hiç gülmeyebilir. Araştırmalara göre “ikinci el stres”a olarak adlandırılan çevresel stres faktörleri kişilerin ruh sağlığını bozmak bir yana, ömürlerini dahi kısaltacak kadar etkili olabiliyor. Esnemek gibi stresin de bulaşıcı olduğunu söyleyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi’nden Uzman Psikolog Cangül Tokmaktepe, yakın çevresinde çok fazla stresli olaylara maruz kalan kişilerin ikinci el stresten daha çok etkilendiğini belirterek, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı.

İnsanlar psikolojik olarak çevrelerinden nasıl etkileniyor?
İnsan, doğası gereği sürekli etrafı ile etkileşim içinde olan bir varlık. Bu durum da doğal olarak, insanı çevresindeki kişilerden ve durumlardan etkilenir hale getiriyor. Kişilerin yaşadıkları psikolojik durumların, yakınları tarafından hissedildiği araştırmalar tarafından desteklenen bir gerçek. Ailede, okulda, işte, sürekli birileri ile ilişki içindeyiz ve bu kişilerin ruh durumu bizim hayatımızı da etkileyebiliyor. Kişilerin yaşadığı duygular, içinde bulundukları ruh hali; neşeli ise neşesi, gergin ise gerginliği, beyindeki “ayna nöronlar” aracılığı ile iletişim halinde olduğu kişilere geçiyor. Bu nöronlar sayesinde, kişideki stresi algılıyor ve bu stresten biz de etkileniyoruz. Yani esnemek gibi stresin de bulaşıcı olduğunu söylemek mümkün.

Yapılan bir araştırmaya göre, kişiler stresli bir duruma maruz kaldıklarında, kandaki “kortizol” yani stres hormonu artıyor. Araştırmanın ilginç kısmı ise stresli duruma maruz kalan katılımcıları gözlemleyen kişilerin yüzde 26’sında kortizol seviyesinin yükseldiği görülüyor. Eğer katılımcı ile gözlemci arasında duygusal bir ilişki varsa, bu etki yüzde 40’a kadar çıkabiliyor. Şunu söylemek mümkün ki etkileşim halinde olmak, kişinin duygularının karşı taraftan da algılanmasını sağlıyor.

Kendi sorunu olmadığı halde yakınlarının dertlerine ortak olmak ve bunu içselleştirmek doğru mu?
Elbette herkes sevdiklerinin, yakınlarının sorunlarını dinlerken üzülüyor, çözüm üretmeye çalışıyor ve tavsiyeler veriyor. İnsan ilişkilerinde empati önemli bir etken. Empati kurarak, insan karşısındakini anlayıp, ilişki kurabiliyor. Ancak bunu kendi problemiymiş gibi içselleştirmek kişiye zarar vermeye başlayabiliyor. Bunun için sınırların çizilmesi gerekiyor. Yakınının derdini dinleyen kişi genelde karşısındakine yardımcı olmaya çalışıp, elinden geleni yapıyor. Önemli olan ise problemin kendine ait olmadığını kavrayabilmesi ve sorunun sorumluluğunu üstüne almaması...

Bu kişiye nasıl yansıyor?
Kişi, etrafında sürekli strese maruz kaldıkça, dinlediği bu problemlerden etkilenmeye başlayıp, kendisi de mutsuz, gergin ve neşesiz bir bireye dönüşebiliyor. Stres, kişinin yaşam enerjisini düşüren bir etken. Kişinin bu stresle gergin birine dönüşmesinin yanı sıra yapılan çalışmalara göre ikinci el stres, ömrün de kısalmasına sebep oluyor.

İkinci el stresten en çok etkilenen kişiler kimler?
Yakın çevresinde çok fazla stresli olaya maruz kalan kişilerin, ikinci el stresten daha çok etkilendikleri söylenebilir. Özellikle, yakınları travmatik olaylar yaşamış kişiler için ikinci el stres riskinin yüksek olduğunu düşünebiliriz. Bunun yanı sıra karşısındaki kişinin problemini içselleştirmeye ve sahiplenmeye meyilli kişilerde de yüksek oranda görülmesi mümkün.

Bu durumun görülmesi yaşa göre değişiyor mu?
İkinci el strese çocukların daha duyarlı olduklarını söyleyebiliriz. Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, anneler ile çocuklarını farklı odalara koyarak, anneler stresli bir duruma maruz bırakılarak kalp atışları ölçülüyor. Diğer odada oynayan çocuklar anneleriyle bir araya geldikten sonra onların da kalp atışlarının yükseldiği, ikinci el stres semptomları gösterdikleri saptanıyor.

“Dert ortağı” benzetmesi yapılan kişiler bu özelliklerinden ötürü psikolojik sorunlar yaşayabilir mi? Başkalarının üzüntülerine ortak olup, bunların kendi dertleri olduğu hissine kapılır mı?
“Dert ortağı” olarak tanımlanan yani çevresindeki kişilerin problemlerini sürekli dinleyen kişilerin de psikolojik sorunlar yaşayabilmesi olası. Özellikle bu problemleri içselleştiren, kendi derdiymiş gibi görüp bunlar için çok fazla sorumluluk alan kişilerde kaygı, düşük ruh hali, bitkinlik gibi depresif belirtiler görülebiliyor.

Peki izlediği, dinlediği ya da okuduğu haberden etkilenerek üzüntü yaşamak, kaygılanmak normal mi?
Kendi yaşantımızda strese çok fazla maruz kalmasak bile duyduğumuz haberler, üzüntü yaşamamıza sebep olabiliyor. İnsan olarak başkalarının yaşadığı kötü olaylara üzülmek ise çok normal bir duygu. Ancak burada söz konusu üzüntünün ve kaygının süresi ile yoğunluğu önem taşıyor. Eğer duyduğumuz ya da okuduğumuz haberler için kaygılanma süresi çok uzarsa ve yoğunluğu çok fazlaysa, bizim günlük yaşantımızı etkilemeye başlarsa bu noktada kaygı ve üzüntü normal tepkiler olmaktan çıkıyor.

Reality şovların bu konuda rolü var mı? gerçek hayattan kesitler izlemek insanların ruh halini nasıl etkiliyor?
İnsanlar, hayatlarının pek çok alanında strese maruz kalıyor. Evde ailesi, okulda arkadaşları veya işte müdürü aracılığıyla ikinci el stres yaşayan kişiler, bununla beraber görsel, işitsel basın ve sosyal medya kanalları aracılığıyla da çok fazla strese tanık oluyor. Bu da kişinin günlük yaşantısını oldukça etkiliyor. Söz konusu etkileşimde reality şovların da büyük ölçüde payı olduğu söylenebilir. Bu tür programlarda sürekli olumsuz olaylar görmek, insanların üzüntü verici gerçek hayat öykülerine tanık olmak, kişinin kendisi ve yakınları için “başlarına kötü bir şey gelebileceği” gibi kaygılarını tetikleyerek, hayata karşı güvensizliğini artırabiliyor. Artan kaygılar sebebiyle, kişi kendini sürekli diken üstünde gibi hissedebiliyor. Bu da genel bir huzursuzluğa yol açabiliyor.

ÇEVRESEL STRESİN ETKİLERİNİ AZALTIN 

Belki en yakınımız oluyor bizimle derdini paylaşan, bazen de seçim şansımız olmadan sorunların tam da ortasına düşüyoruz. Hal böyle olunca ikinci el stresten etkilenmek kaçınılmaz oluyor. Bunun etkilerini azaltmanın en önemli yollarından biri ise söz konusu strese neden olan kişilerden mümkün olduğunca uzak durmaktan geçiyor. Eğer derdini paylaşan kişi aileden biri veya yakın bir arkadaşsa bu her zaman mümkün olmuyor. Ancak çok yakın bir tanıdık değilse, etkiyi en aza indirmek için bu kişilerle olan ilişkilere mesafe koymak gerekiyor.Stresli insanlardan uzak durmanın her zaman mümkün olmadığını belirten Uzm. Psk. Cangül Tokmaktepe, bu durumda yardım isteyen kişilere karşı, verilebilecek destekten fazlasını gerektirecek bir sorumluluk almamaya özen göstermenin önem taşıdığını belirterek, “Önemli olan kişinin kendi sınırlarını çizebilmesi, karşıdakinin problemini sahiplenmemesi ve bu problemlerin diğerlerinin sorunu olduğunun farkına varması. Tabii ki bu kişilerle konuşulabilir, dertleşilebilir fakat aktarılan problemlerin diğerlerine ait olduğunun unutulmaması gerekir. Her zaman stresli kişilerden uzak durmak mümkün olmayabiliyor. Burada, tepkileri değiştirmeye çalışmak gerekiyor. Stresle mücadele etmek yerine, kişiyi daha pozitif bir birey haline dönüştürmek açısından, bu durumu bir fırsat olarak görmek yarar sağlayabiliyor” diyor.İkinci el stresten uzaklaşmak için denenebilecek diğer bir yol da kişinin enerjisini korumayı öğrenmesi. Bunun için de gün içinde yürüyüş ve derin nefes egzersizleri yapmak, sabahları minnet duydukları birkaç şeyi yazmak gibi sağlıklı alışkanlıkları hayatlarına katmak etkili olabiliyor.

formsante.com.tr tarafından hazırlanmıştır.

Bacak bacak üstüne atmayın

En yaygın oturma şekillerinden biri bacak bacak üstüne atarak oturulmasıdır. Ancak uzmanlar bu konuda bazı risklere dikkat çekiyor. Ortopedik olarak tehlikeli olabilen bacak bacak üstüne atarak oturmak ayrıca kan dolaşımını da kısıtlayarak varisi tetikleyebiliyor.


Uzun süre aynı pozisyonda oturmak herkeste bacaklar ve ayaklarda uyuşmaya neden olur çünkü bacak bacak üstüne atıldığında dizin arkasında bulunan ve bacakların alt kısmı ile ayaklarda hissi sağlayan peroneal sinir üzerine baskı uygulanır. Fakat bu şekildeki uyuşma geçicidir.

YÜKSEK TANSİYON RİSKİ

Tansiyon ölçülürken de bacak bacak üstüne atmak tansiyonu geçici olarak bir miktar yükseltebilir. Bazı araştırmalarda bunun kan basıncını artırdığı bilimsel olarak da ortaya çıktı.

İstanbul’da yapılan geniş çaplı bir araştırmada da bacak bacak üstüne atılmış halde alınan ölçümlerin daha yüksek çıktığı, normal oturma pozisyonuna geçtikten sonra tansiyonun eski haline döndüğü görüldü. En fazla artış ise yüksek tansiyon tedavisi gören insanlarda oldu.

PIHTILAŞMA RİSKİ

Uzmanlar buna dair iki açıklama öne sürülüyor. Birincisi, bir dizi diğerinin üzerine atma sonucu bacaklardaki kan göğüs bölgesine yönelerek kalpten daha fazla kan pompalanmasına, bu ise tansiyonun yükselmesine neden olur. İkincisi ise bu artışı, eklemleri hareket ettirmeden bacak kaslarının hareket etmesi nedeniyle damarlardan geçen kanın damar üzerindeki baskısını artırmasına bağlıyor.

Hollanda’da yapılan bir deneyde birinci açıklamayı doğrulayan sonuçlar elde edildi. Yani bacak bacak üstüne atıldığında daha fazla kanın kalbe gitmesi nedeniyle tansiyon yükseliyordu.

Fakat bu artış geçici oluyor, uzun dönemli bir sonuca yol açmıyordu. Ancak kan pıhtılaşması riski olanlara bacak bacak üstüne atılı halde uzun süre oturmamaları, aksi halde pıhtılaşma riskinin artacağı uyarısı yapılıyor.

VARİS RİSKİ

Kan damarlarındaki minik kapakçıklar kanın yanlış yönde geri akmasını önler. Fakat bunlar zayıflayıp gerildiğinde kan birikmesi ve damar genişlemesi sonucu oluşan varisler ortaya çıkar.

Bacak bacak üstüne atmanın önemli bir etken olduğu kanıtlanmış değildir. Varis oluşumunda genetik faktörün de kısmen etkili olduğu sanılıyor.

EKLEMLERE ETKİSİ

Bir araştırma, bu şekilde üç saatten fazla oturanların öne eğilip omuzlarını içe doğru bükme eğilimi göstereceği sonucuna varmıştı. Fakat burada kişilerin kendi tahminleri esas alınmıştı.

Çoğu insan bacak bacak üstüne atarken sağ bacağını sol dizinin üstüne atarak oturur.

Rotterdam’da yapılan bir araştırmada ise bacak bacak üstüne atılıyken pelvisin aldığı pozisyona göre, kalça ekleminin arkasındaki piriformis kasının uzadığı, bunun ise karın kaslarının sıkılmasıyla aynı etkiyi yaratarak pelvik eklemlerin istikrarını artırdığı gözlendi.

Kısacası, bacak bacak üstüne atarak oturmayı rahat buluyorsanız, uzun süre bu pozisyonda kalmamak kaydıyla size zararı olmayacağını bilerek oturabilirsiniz.

23 Şubat 2016 Salı

Güneş enerjili bisikletiyle dünyayı geziyor

İsviçreli David Brandenberger (46), güneş enerjili bisikletiyle Muğla'nın Menteşe ilçesine geldi. 


Brandenberger, 3 tekerlekli bisikletine bağladığı güneş enerjisi panelleriyle kaplı 4 metrelik römork dizayn ederek, dünyayı çevreye zarar vermeden dolaşıyor.

Geçen yıl temmuz ayında başladığı yolculuğu sırasında gezdiği ülkelerin ve dolaştığı bölgelerin fotoğraflarını çeken Brandenberger, temel ihtiyaçlarını karşıladığı malzemelerini de bisikletine monte ettiği römorkta taşıyor.

Güneş enerjisi ile çalışan bisikleti ile 7 aydır yollarda olduğunu belirten Brandenberger, yolculuğu boyunca Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Almanya, Slovakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye'yi ziyaret ettiğini söyledi.

İsviçre'den Muğla'ya 8 bin 344 kilometre yol katettiğini belirten Brandenberger, "Türkiye çok güzel bir ülke. Türkiye'den sonra Gürcistan, Afganistan, Türkmenistan, Pakistan ve Çin'e gitmeyi hedefliyorum. Yolculuğumun ne zaman biteceğini bilmiyorum" dedi.

Dünya turu için herhangi bir sponsoru bulunmadığına işaret eden Brandenberger, "İsviçre'de gözlükçülük yapıyorum. Dünyayı dolaşma fikri beni mutlu ediyor.

Sadece yolculuk için bu tura çıktım. Herhangi bir sponsorum yok. Bugüne kadar yaptığım birikimlerle bu yolculuğu gerçekleştiriyorum" diye konuştu.

Öte yandan, Brandenberger'in Menteşe ilçesinden Akyaka sahiline ziyareti sırasında Muğla'daki bisikletçiler de kendisine bir süre eşlik etti. (ntvmsnc)








İstanbul’un dünya yaşam kalitesi sıralamasındaki yeri

İnsan kaynakları yönetim danışmanlığı firması Mercer’ın beş kıtada 230 şehri kapsayan 2016 yılı Yaşam Kalitesi Araştırması sonuçları açıklandı
2016 yılında dünyanın yaşam kalitesi en yüksek şehri Viyana oldu. Sıralamada Zürih ikinci, Auckland üçüncü sırada yer alırken, İstanbul geçen yıl olduğu gibi 122. sırada kendine yer buldu.

REFERANS ŞEHİR NEW YORK; LİDER VİYANA
New York baz alınarak gerçekleştirilen Mercer Yaşam Kalitesi Araştırması’nda Avusturya’nın başkenti ve en büyük şehri Viyana, 2015 yılında olduğu gibi liderliğini devam ettirdi. İkinci sırada İsviçre’nin en büyük kenti Zürih yer alırken, onu Yeni Zelanda’nın kuzey adasında yer alan Auckland izledi. 100 puana sahip referans şehir New York, sıralamada geçen yılki yerini koruyarak 44. basamakta yer aldı. Araştırmada İstanbul ise, bir önceki yılda olduğu gibi 122. sırada kendisine yer buldu.

YAŞAM KALİTESİNDE BATI AVRUPA ŞEHİRLERİ YÜKSELİŞTE
Mercer Yaşam Kalitesi Araştırması sonuçları kıtalar bazında değerlendirildiğinde; dünyanın yaşam kalitesi en yüksek şehirlerine ev sahipliği yapan Avrupa, listenin ilk sıralarında ağırlığını hissettirdi. Avusturya’nın politik ve toplumsal konulardaki iyileştirmelerinin ardından Viyana, geçen yıl olduğu gibi yerini koruyarak en iyi yaşam kalitesine sahip şehir oldu. Listede, Almanya ve İsviçre kentleri öne çıktı. İlk 10’da Viyana ve Zürih’in yanı sıra Münih, Düsseldorf, Frankfurt ve Cenevre dikkat çeken şehirler arasında. Araştırmanın sonuçlarına göre, 2004 yılında Avrupa Birliği’ne katılan ülkelerdeki istikrarın artması ve geçim standartlarının yükselmesiyle beraber, Doğu Avrupa kentlerinin de yaşam kalitesi sıralamasında yükseldiği görüldü.

Amerika kıtasında ise Kanada ön plana çıkarken, ülkenin üçüncü büyük metropolü Vancouver Mercer Yaşam Kalitesi Araştırması sıralamasında beşinci sırada yer aldı. New York 44, Washington’un 51’inci sırada yer aldığı Mercer Yaşam Kalitesi Araştırması’na göre popüler şehirlerden Paris 37, Londra 39, Milano 41, Los Angeles 49, Madrid ise 52’nci sırada kendisine yer buldu.
ORTA DOĞU’NUN EN İYİSİ DUBAİ
Mercer Yaşam Kalitesi Araştırması’nın sonuçlarına göre Orta Doğu’da 75’inci sırada yer alan Dubai ile 81’inci sırada yer alan Abu Dabi bölgenin en iyi yaşam kalitesine sahip kentleri olurken, bölgenin yaşam kalitesi en düşük şehri 230’uncu ve son sıradaki Bağdat olmaya devam etti.
Yeni Zelanda ve Avustralya ise dünya genelinde en yüksek yaşam kalitesine sahip kentleri barındırmaya devam ediyor. Araştırmada üçüncü sırada yer alan Auckland yaşam kalitesi açısından bölgedeki en yüksek dereceli kent konumunda bulunurken, Sidney 10’uncu sırada, Wellington 12’inci, Melbourne ise 15’inci sırada yer alıyor.
Araştırmanın Güney Afrika sonuçlarında, geçmişte bölgede en iyi yaşam kalitesine sahip kent olan Cape Town’ın son birkaç yılda gerçekleşen düşüşle 80’li sıralardan 92’inci sıraya gerilediği tespit edildi.

Mercer Yaşam Kalitesi Araştırması’ndaki veriler, firmaların mobil işgücüne yönelik ücret ayarlamalarında son derece önemli bir referans kaynağı işlevi görüyor. Firmalar, çalışanlarını bir ülkeden diğer bir ülkeye gönderirken ücret ayarlaması için, çalışanın gideceği şehrin yaşam kalitesi endeksini göz önünde bulunduruyorlar. Çalışana verilmek üzere belirlenen ve ‘Meşakkat Ödeneği’ olarak adlandırılan ek ücret o şehrin yaşam kalitesindeki yerine göre belirleniyor. Bir şehrin yaşam kalitesi endeksinin düşük olması, meşakkat ödeneğini yükseltirken, bu durumun tersi geçerli olmuyor. Yani bir çalışan yaşam kalitesi endeksi yüksek olan bir şehre gönderildiğinde maaşında bir düşüş olmuyor.
Mercer Yaşam Kalitesi Araştırması 2016 Sıralaması
1 Viyana Avusturya
2 Zürih İsviçre
3 Auckland Yeni Zelanda
4 Münih Almanya
5 Vancouver Kanada
6 Düsseldorf Almanya
7 Frankfurt Almanya
8 Cenevre İsviçre
9 Kopenhag Danimarka
10 Sidney Avustralya
Sözcü

22 Şubat 2016 Pazartesi

Ruh sağlığımız için her gün yapmamız gereken 5 şey

Psikiyatristler ruh sağlığımızın tıpkı diş sağlığımız gibi olduğunu söylüyor. Nasil ki periyodik aralıklarla dişçiye gidip ağzımızda biriken bakterileri temizletiyorsak; ruh sağlığımız için de aynı şeyi yapmalıyız. Periyodik olarak kendimizle, düşüncelerimizle, hislerimizle ilgilenmemiz ve işe yaramayanları temizlememiz gerekiyor. Peki bunu nasıl yapacağız?

Ruh sağlığımızla ilgili sorunları daha kolay fark edebiliyoruz artık. Tuhaf görünüyor ama, eskiden bir şeylerin yolunda olmadığını çok nadir düşünürdük. "Neden böyle oldu?" diye sormak, ancak depresyonda olduğumuzda, kaygılı olduğumuzda ya da bir meselenin üstesinden gelemediğimizde aklımıza gelirdi. Şimdilerdeyse ruh sağlığımızın ne kadar önemli bir mesele olduğunun son derece farkındayız. Bu konudaki küçük problemleri hemen çözmenin, içimize doğan kötü hisler büyümeden üstesinden gelebilmenin ne kadar önemli olduğunun bilincindeyiz.

Psikiyatristler, ruh sağlığımızın, diş sağlığımızdan bir farkı olmadığını söylüyor. Nasil ki periyodik aralıklarla dişçiye gidip ağzımızda biriken bakterileri temizletiyorsak; ruh sağlığımız için de aynı şeyi yapmalıyız. Periyodik olarak kendimizle, düşüncelerimizle, hislerimizle ilgilenmemiz ve işe yaramayanları temizlememiz gerekiyor. Tabii bunun için ilk yapmamız gereken; hislerimizin ve düşüncelerimizin bilincinde olmak! Bunu yapabildiğimizde içimizde saklı olan tüm gereksiz parçaları, bizi geriye götüren ve sağlıksız duygulara sürükleyen kısımları fark edebiliriz. Peki nasıl yapacağız? Günlük rutinde, iyi bir ruh sağlığı için yapmamız gereken 5 küçük pratik var...

1- BİR ŞEYE ASLA 'İYİ' VEYA 'KÖTÜ' DEMEYİN

Bir şeyi deneyimlemeden önce iyi ya da kötü olduğunu çok nadir bilebiliriz. Bu kelimeler çoğu zaman anlamsızdır. Bunun yerine daha spesifik kelimeleri kullanmanın düşünce sisteminizde ne tür farklılıklar yaratabileceğini tahmin bile edemezsiniz. Örneğin x bir şeyi 'iyi' yerine, 'işe yarıyor'; 'kötü' yerine 'işe yaramıyor' diye etiketleyebilirsiniz. Buradaki asıl mesele konunun iyi ya da kötü olması değil; bu şekilde düşünerek ruh sağlığınıza yapacağınız olumlu katkı.

2- DEĞİŞİMİN KAÇINILMAZ OLDUĞUNU UNUTMAYIN

Hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair olan inanç, insanoğlunun muhtemelen en büyük hayali... Bilim, hayatta 'devamlılık' diye bir şeyin olmadığını, bu sözün tamamen anlamsız olduğunu söylese de bizler sanki her şey, her zaman aynı kalacak gibi hissediyoruz. Öyle olsa bile, hiçbir şey değişmemiş ya da değişmeyecek gibi davranmaya bayılıyoruz! Sonunda gerçeklerle yüzleştiğimizde ise çok mutsuz oluyoruz...

Halbuki hayat dinamiktir. Her şey büyür, derinleşir ve gelişir. Her şeyin bir gün değişeceği gerçeği ise, kabullenmesi belki zor ama çok da basit bir gerçektir.

Günlük rutininiz sırasında hangi konuda değişimi kabul edemediğinizi, nerede direnç gösterdiğinizi ya da hangi değişikliğin yasını tuttuğunuzu bulun. Kendinize "Neden bu değişime ayak uyduramıyorum?" diye sorun ve mutlaka bir cevap bulun. Değişimle baş etmeye çalışmaktansa kabullenmek daha az duygusal ve ruhsal efor gerektirir.

3- HER ŞEYİ KONTROL EDEMEYECEĞİNİZİ KABUL EDİN

Bir başka inancımız ise her şeyi kontrol edebileceğimize dair duyduğumuz yanılsama... Unutmayın: Siz okyanustaki tek bir damlasınız! Hiçbir şeyi tek başınıza halledemezsiniz. Gelecek sonsuz olasılıkla doludur ve hepsini hesaplamamızın mümkünatı yoktur.

4- İNSANLARA TOLERANS GÖSTERİN

Hepimiz en yakın arkadaşlarımızın hatalarını ve saçmalıklarını kolaylıkla görmezden gelebiliyoruz. Ama aynı hata ve saçmalıkları bir başkası yaptığında, hemen ayıplamaya başlıyoruz. Kendinizi bir başkasını ayıplar ya da eleştirirken bulduğunuzda hemen durun! Fark ettiniz mi? Zihniniz o kadar elastik ki, aynı davranışa farklı tepkiler gösterebiliyor.

5- DUYGULARINIZI OLDUĞU GİBİ KABUL EDİN

Duygularınızı 'olumsuz' ve 'olumlu' olarak elekten geçirirken, hepsini kabullenmeyi ihmal etmeyin. Evet bazıları olumsuz duygular (mesela 'öfke', hiçbir işe yaramaz) ve bazıları çok işe yarar (örneğin 'şefkat'). Ancak işe yarasın ya da yaramasın, unutmayın ki bu duyguların hepsi size ait! Onları kabul edin. Olumlu duygularınızı büyütüp besledikçe olumsuz olanların yavaş yavaş ama kesin bir şekilde son bulacağını unutmayın. Olumsuz hislerinizi, kötü huylu bir köpek gibi düşünün. Sessizce oturup saldırmadığı sürece sorun yok!

21 Şubat 2016 Pazar

'Çocuklara ve hastalara tarhana çorbası vermeyin'

Eskiden uzmanlar, vücut direncini arttırdığı için tarhana çorbasını özellikle tavsiye ederdi ancak artık durum değişmiş gibi görünüyor. Birçok uzman, içeriğindeki yüksek miktardaki un nedeniyle tarhana çorbasını artık önermiyor. Bunlardan biri de 'Özellikle çocuklara ve hastalara tarhana vermeyin' diyen Uzman Diyetisyen Işın Sayın.

Uzman Diyetisyen Işın Sayın, Anadolu mutfağının vazgeçilmezi tarhana çorbasının bebek ve çocuklar için besleyici değerlerinin yetersiz olduğunu belirterek, hastalara da bu çorbanın içirilmemesi gerektiğini söyledi.

İçerdiği domates, yoğurt, biber sebebiyle besleyici olduğu bilinen tarhana çorbası bebeklerin ilk ek çorbalarından biri. Ancak Diyetisyen Sayın'a göre, içerisinde yüksek miktarda un da barındıran tarhana çorbasıyla ilgili durum bundan ibaret değil:

TARHANA ÇOCUKLAR VE BEBEKLER İÇİN NEDEN SAKINCALI?

“Evet, tarhanada domates ve yoğurt vardır, ancak beyaz un o kadar baskındır ki; 1 çorba kaşığı tarhanaya karşılık 1 su bardağı su bile bazen az gelir. Gerçekçi olmak gerekirse yararlı içerikten çok, beyaz unun sakıncalarından söz etmek mümkün. Herkesin ezbere söylediği bir bilgiyi yıkmak zordur. Ancak tarhanayı daha sağlıklı hale getirmek için beyaz una biraz yakından bakmak gerekiyor. Düşünün ki; buğday tanesi kabuk, liflerinden, tüm faydalı kısmından ve hatta ruşeyminden ayrıştırılıyor, dövülüp öğütülüyor. İçine beyazlatıcı kanserojen bileşikler ekleniyor. Böylece beyaz un elde ediliyor. Toplumda insulin direnci ve hipoglisemi sorunu çok yaygın. Bu hastalıkların tedavisine eklenen ilaçlar (oral antidiyabetikler ve/veya akarbozlar) beyaz un ile buluşunca; tedavi edici etkisi ortadan kalkıyor, ilaçların yan etkileri hortluyor. Dahası, 'tatlıyı bıraktım, sakinleştim' deseniz bile beyaz undan elde edilen bir çorba sinsice tatlı tat bile vermeden, kan glukoz seviyenizi olumsuz etkiliyor” dedi.

“HASTALARA TARHANA ÇORBASI VERMEYİN”

Nekahat dönemindeki hastalara verilen çorbalardan biri olan tarhanayı geleneksel yöntemlerle pişirdiğinizde, çorbayı içtikten sonra bir takım rahatsızlıklar görülebileceğini söyleyen Uzm. Dyt. Işın Sayın, “Toplumda geniş sayıda hastada, tarhanayı takip eden saatlerde; aniden şiddetli acıkma, tatlı veya unlu mamül tüketme arzusu, tahammülsüzlük, uyku bozuklukları, esneme nöbetleri, halsizlik, zihinsel bulanıklık, odaklanma güçlüğü, sinirlilik, duygusal hassasiyet ve alınganlık, öfke kontrolünün elden çıkması gibi reaktif hipoglisemi ile uyumlu belirtiler de beraberinde hortlayabiliyor. Reaktif hipogliseminizin ne kadar şiddetli olduğuna bağlı olarak bu belirtilerin bir kısmı ortaya çıkabilir.

"BEYAZ UNLU ÇORBALARDAN UZAK DURUN"

Sadece insulin direnci ve hipoglisemide yanlış bir çorba değildir tarhana ve beyaz unlu çorbalar. Adet düzenleyici, antidepresan, kortizonlu ilaç tedavisi, menopoz ve polikistik over sürecindekiler için de, yatan hareketsiz hastalar için de, beyaz unlu çorbaların; ilgili durumlarla uyumsuz kimyaya sahip olduğu tartışılmazdır. Bebek ve çocuklar açısından da, besleyici değerinin yetersiz olduğunu söylemek zorundayım” diye konuştu.

TARHANA ÇORBASINI BÖYLE PİŞİRİN!

“El emeği göz nuru tarhanalarımızı çöpe mi atacağız dediğinizi duyar gibiyim” diyen Uzm. Dyt. Işın Sayın, “Elbette ziyan etmeden kurtarabiliriz. Beyaz unun kanda glukoza dönüşerek istenmeyen sonuçlara neden olmasını önlemek, geciktirmek, besin kalitesini artırmak üzere, kullanabileceğimiz ilave malzemeler ve pişirme tekniği geliştirebiliriz” ifadesini kullandı.

Sayın tarhana çorbasının nasıl pişirilmesi gerektiğini ise şöyle anlattı: “Çok derin tencereye malzemeleri rastgele üst üste ekleyin ve el blendırından geçirip karıştırarak kaynatın. Piştikten sonra kaseye koyup üzerine 1 tatlı kaşığı ruşeym ekleyin. Ruşeymi pişirerek besin değerini düşürmeyin. İşte eklemeniz gerekenler: 1 çorba kaşığı kepek / tam buğday / tam çavdar unundan biri, 4 çorba kaşığı el yapımı toz tarhana, 5 su bardağı içme suyu , 1 çorba kaşığı yoğurt, 1 çay bardağı süt, 1 çorba kaşığı tepeleme kuru nane, 2 çorba kaşığı tereyağı,1 çorba kaşığı zeytinyağı,1 çorba kaşığı tuzsuz kırmızı biber salçası,1 çorba kaşığı tuzsuz domates salçası, 1 tatlı kaşığı kekik, 1 çay kaşığı ucuyla kimyon.” ntvmsnc

Üniversite mezunu kağıt toplayıcısı

Ankara'nın Sokullu Mahallesi'nde bir gecekonduda ailesiyle birlikte yaşayan Ramazan Gezer (37), sokaklara bırakılan karton ve plastik malzemeleri toplayıp ailesinin geçimini sağlıyor.
Evli ve 4 çocuk babası olan Gezer, İnönü Üniversitesi Fizik Bölümü mezunu.
Gezer'in 3 yaşındaki oğlu Muhammed Haşim evlerinin önünde babasının topladığı karton kutularla oyun oynuyor.














(ntvmsnc)