Nöroloji Uzmanı Dr. Petek Karagöz, uyku sorunu ve uykusuzluğun, günlük yaşamın yanı sıra iş yaşamındaki başarıyı da olumsuz etkilediğini bildirdi. Dr. Karagöz, "Özellikle uykuda solunum durması ve huzursuz bacak sendromu sık görülen uyku problemleri arasında yer almaktadır" dedi.
Uzman Dr. Petek Karagöz, uyku ile ilgili şikayetlerin genellikle; uykusuzluk (insomni), gündüzleri aşırı uykulu olma hali (hipersomni) ve uyurken ya da gece uykudan kaldıran hareketler olduğunu anlattı. Dr. Karagöz, şöyle konuştu: "Uykuda solunum durmasının en sık görülen belirtisi; horlamadır. Erkeklerin yüzde 50’si, kadınların yüzde 25’i ve çocukların yüzde 10’u horlama sorunu yaşamaktadır. Horlamanın kısa aralıklarla kesilmesi ve ardından derin ve gürültülü bir sesle, tekrar nefes almaya başlanması solunum durmasını düşündürmelidir.
Gece boyu bu durum birçok kez yaşanmaktadır. Bu sorunu yaşayan kişiler, kalitesiz bir uyku nedeniyle ertesi gün, yorgun ve aşırı uykulu olmaktan şikayet eder." Uyku sırasında tüm kaslar gibi solunum kaslarının da gevşeyince dar olan solunum yolunun kapanmasına (apne) yol açtığını bildiren Karagöz, şunları kaydetti: "Ayrıca gece göğüs ve ensede aşırı terleme, gece sık idrara gitme, idrar kaçırma, bazı erkeklerde cinsel sorunlar, depresyon, dikkat eksikliği, öğrenme problemleri, sabah baş ağrısı ve ağız kuruluğu ile uyanma, kilo verememe sorunları görülebilir. Uzun dönemde bu sorunu yaşayan kişilerde yüksek tansiyon, kalp krizi ve beyin damar tıkanıkları nedeniyle gelişen felçler ortaya çıkmaktadır. Uykuda solunum durması sorunu yaşayan hastalara, uyku bozuklukları merkezinde polisomnografi (PSG) tetkiki yapılmaktadır. PSG’de beynin elektriksel aktivitesi, göz küresi, bacak ve solunum hareketleri ile oksijen seviyesinin takibi yapılmaktadır. PSG sonucuna göre solunum durmalarının süresi, sıklığı ve bu sırada ortaya çıkan durumlar tespit edilir. Tedavi PSG sonucuna göre belirlenir. Orta ve şiddetli solunum durması olan hastalarda, yaklaşık 1990’lı yıllardan beri kullanılan CPAP (burun yolu ile devamlı pozitif basınç veren cihaz) tercih edilmektedir."
ALKOL VE KAFEİN, HUZURSUZ BACAK SENDROMU NEDENİ
Huzursuz bacak sendromunun (HBS), akşam saatlerinde ve özellikle yatağa yattıktan sonra ortaya çıktığını vurgulayan Karagöz, kişinin dinlenirken farkında olduğu bu hissi ’karıncalanma’, ’uyuşma’, ’bacakta çekilme’ ve ’sıkılma’ olarak tarif ettiğini bildirirken şöyle devam etti: "Bu histen hareket ederek kurtulmak mümkün olsa da birkaç dakika sonra yine tekrar etmektedir. Uykusuzluk, alkol, aşırı fiziksel aktivite ve kafein, huzursuz bacak sendromu şikayetlerini artırır. Yapılan araştırmalarda nadiren demir eksikliği, üremi, diyabet gibi hastalıklar tespit edilse de, yüzde 95 oranında belirgin bir sebep bulunamamaktadır."
Nöroloji Uzmanı Dr. Gebelik sırasında da huzursuz bacak sendromu görülebildiğini belirterek, şunları ekledi: "Bu durum doğum sonrası geçebilir veya devam edebilir. Büyük bir kısmında ise uyku sırasında bacak, bazen de kol hareketleri devam eder. Bu duruma uykuda periyodik ekstremite hareketleri (UPEH) denilmektedir. Ortalama 20-40 saniye aralıklarla periyodik olarak gözlenir. Bu hareketlerin bir kısmı sıçrama tarzında da olabilir. Uykusuzluk şikayeti olan hastaların yüzde 13.3’ünde ve aşırı uyku şikayeti olan hastaların ise yüzde 6,9’unda periyodik ekstremite hareketleri gözlenmiştir. Huzursuz bacak sendromu tanısı için Polisomnografi (PSG) tetkikine gerek yoktur. Fakat UPEH tanısı için PSG tetkiki yapılmaktadır. Buna göre; saatte 15’in üzerinde hareket varsa, uyku bozukluğu ve gündüz aşırı uykulu olma durumu söz konusu ise ilaç tedavisine başlanmalıdır." (Milliyet)
Sayfalar
- Ana Sayfa
- Gezilecek Yerler
- Bodrum Otelleri
- Alaçatı Otelleri
- Fethiye Otelleri
- Çeşme Otelleri
- Marmaris Otelleri
- Kaş Otelleri
- Alanya Otelleri
- Balayı Otelleri
- Ayvalık Otelleri
- Bungalov Otelleri
- Butik Oteller
- Dalyan Otelleri
- Datça Oteller
- Göcek Otelleri
- Kapadokya Otelleri
- Kuşadası Otelleri
- Yalıkavak Otelleri
- Karadeniz Otelleri
- Kemer Otelleri
- İstanbul Otelleri
- Termal Oteller
- Antalya Oteller
- Diğer Oteller
- İzmir Otelleri
31 Ekim 2014 Cuma
Fazla ağrı kesici baş ağrısını arttırıyor
Nöroloji Uzmanı Yardımcı Doçent Dr Sevda Sarıkaya toplumda sık görülen baş ağrısı problemi ve ağrı kesici kullanımındaki yanlışlarla ilgili bilgi verdi.
Sevda Sarıkaya, birçok insanın hayatında başağrısı problemi ile karşılaştığını, toplumda bu şikayetin %90 lara kadar vardığını söyledi ve fazla Ağrı kesici kullanımı ile ilgili tehlikelere karşı uyardı.
Yoğunluğumuz ve hayat hızımızdan dolayı, temel ihtiyaçlarımızı bile görmek için ayırabildiğimiz vaktin çok az olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bu durumda en basit çözüm '' Bir ağrı kesici almak'' gibi gelmektedir. Halbuki asıl yanlış, bu noktadan sonra başlar.
En sık görülen baş ağrısı türleri Gerilim Tipi Baş Ağrısı ve Migren’dir. Ailemizde Migren öyküsü varsa bizlerde olma sıklığı normal popülasyona oranla daha fazladır. Bu baş ağrısı tiplerinden birisine sahip olmanız demek, mutlaka tedaviye başlanması gerektiği anlamına gelmemektedir. Birkaç ayda bir olan Migren atağı eğer ağrı kesici ile geçiyorsa, kişinin hekim takibine girmesine gerek yoktur. Ancak ağrı sıklaştıkça farkında olmadan ağrı kesici kullanımı da sıklaşır. Öyle bir hale gelir ki hasta neredeyse her gün ağrı kesici almaya başlar. Bu durumda ya psikolojik etkiyle ya da ilacın kısa süreli etkisiyle ağrı biraz hafifler. Ancak sonra tekrar başlar. Tekrar ağrı kesici alınması ile birlikte bir kısır döngü içine girilir. Ağrı sayısının artmasının nedeni aslında fazla ağrı kesici kullanımıdır. Artık vücut ağrı kesicilere karşı direnç kazanmıştır, etkisi de çok kısa sürmektedir. Böylelikle mevcut olan Migren’e yeni bir ağrı türü daha eklenir. Bu ağrı türüne “Analgesic Overuse Headache” denir. Türkçeleştirirsek “Ağrı Kesici Kötüye Kullanımı Baş Ağrısı”. Ağrılar bu hale geldikten sonra tedavisi de oldukça güçleşir. Baş ağrısı tedavisi hem hekim hem de hasta sabrı gerektirir. Çünkü başlanan tedavi etkisini en az bir ay sonra gösterecektir.
Peki ne zaman tedavi kararı verilmelidir? Örneğin kişi eğer ayda iki veya daha fazla ağrı kesici alma ihtiyacı duymaya başlamışsa konunun uzmanı bir hekime görünmelidir. Sonrasında ise periyodik takipler çok önemlidir. Her hasta kendisine göre bir seyir izler ve genellikle baş ağrılarının tedavisi kişiye özel olarak oluşturulur. Bir hastaya iyi gelen ilaç diğerine iyi gelmeyebilir. Belli kriterler eşliğinde gerek duyulduğu halde bizim ''Profilaktik Tedavi'' dediğimiz tedavi uygulanır ve böylece hastanın atak sıklığı ve ağrı kesici alma oranları düşürülür. Profilaktik tedavide başlanan ilacın her gün kullanılması gerekir ve ara verilmemelidir. Ancak başlanan ilaç ağrı kesici değildir. Uzun dönemli kullanımda atak sıklığını azaltacak türdendir. Profilaktik tedavide tercih ettiğimiz ilaçlar antidepresanlar, antiepileptikler ya da başkaca moleküller olabilir. Bu hastaya ve baş ağrısının türüne göre değişir. Tedaviye uyum gösterildiğinde genellikle 6 ay içerisinde ağrılarla tamamen baş edilebilir.
Sonuç olarak her başmız ağrıdığında sıklıkla kullanmayı alışkanlık haline getirdiğimiz ağrı kesiciler düşünüldüğü kadar masum değildir. Ağrılar baş edilemez hale gelmeden bir hekim görüşüne başvurmakta fayda vardır. (Milliyet)
Sevda Sarıkaya, birçok insanın hayatında başağrısı problemi ile karşılaştığını, toplumda bu şikayetin %90 lara kadar vardığını söyledi ve fazla Ağrı kesici kullanımı ile ilgili tehlikelere karşı uyardı.
Yoğunluğumuz ve hayat hızımızdan dolayı, temel ihtiyaçlarımızı bile görmek için ayırabildiğimiz vaktin çok az olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bu durumda en basit çözüm '' Bir ağrı kesici almak'' gibi gelmektedir. Halbuki asıl yanlış, bu noktadan sonra başlar.
En sık görülen baş ağrısı türleri Gerilim Tipi Baş Ağrısı ve Migren’dir. Ailemizde Migren öyküsü varsa bizlerde olma sıklığı normal popülasyona oranla daha fazladır. Bu baş ağrısı tiplerinden birisine sahip olmanız demek, mutlaka tedaviye başlanması gerektiği anlamına gelmemektedir. Birkaç ayda bir olan Migren atağı eğer ağrı kesici ile geçiyorsa, kişinin hekim takibine girmesine gerek yoktur. Ancak ağrı sıklaştıkça farkında olmadan ağrı kesici kullanımı da sıklaşır. Öyle bir hale gelir ki hasta neredeyse her gün ağrı kesici almaya başlar. Bu durumda ya psikolojik etkiyle ya da ilacın kısa süreli etkisiyle ağrı biraz hafifler. Ancak sonra tekrar başlar. Tekrar ağrı kesici alınması ile birlikte bir kısır döngü içine girilir. Ağrı sayısının artmasının nedeni aslında fazla ağrı kesici kullanımıdır. Artık vücut ağrı kesicilere karşı direnç kazanmıştır, etkisi de çok kısa sürmektedir. Böylelikle mevcut olan Migren’e yeni bir ağrı türü daha eklenir. Bu ağrı türüne “Analgesic Overuse Headache” denir. Türkçeleştirirsek “Ağrı Kesici Kötüye Kullanımı Baş Ağrısı”. Ağrılar bu hale geldikten sonra tedavisi de oldukça güçleşir. Baş ağrısı tedavisi hem hekim hem de hasta sabrı gerektirir. Çünkü başlanan tedavi etkisini en az bir ay sonra gösterecektir.
Peki ne zaman tedavi kararı verilmelidir? Örneğin kişi eğer ayda iki veya daha fazla ağrı kesici alma ihtiyacı duymaya başlamışsa konunun uzmanı bir hekime görünmelidir. Sonrasında ise periyodik takipler çok önemlidir. Her hasta kendisine göre bir seyir izler ve genellikle baş ağrılarının tedavisi kişiye özel olarak oluşturulur. Bir hastaya iyi gelen ilaç diğerine iyi gelmeyebilir. Belli kriterler eşliğinde gerek duyulduğu halde bizim ''Profilaktik Tedavi'' dediğimiz tedavi uygulanır ve böylece hastanın atak sıklığı ve ağrı kesici alma oranları düşürülür. Profilaktik tedavide başlanan ilacın her gün kullanılması gerekir ve ara verilmemelidir. Ancak başlanan ilaç ağrı kesici değildir. Uzun dönemli kullanımda atak sıklığını azaltacak türdendir. Profilaktik tedavide tercih ettiğimiz ilaçlar antidepresanlar, antiepileptikler ya da başkaca moleküller olabilir. Bu hastaya ve baş ağrısının türüne göre değişir. Tedaviye uyum gösterildiğinde genellikle 6 ay içerisinde ağrılarla tamamen baş edilebilir.
Sonuç olarak her başmız ağrıdığında sıklıkla kullanmayı alışkanlık haline getirdiğimiz ağrı kesiciler düşünüldüğü kadar masum değildir. Ağrılar baş edilemez hale gelmeden bir hekim görüşüne başvurmakta fayda vardır. (Milliyet)
Gerçekten hızlı yaşayıp genç ölüyorlar!
Avusturalya'da yapılan bir araştırmaya göre rock müzisyenlerinin yaşam mottosu olan 'Hızlı yaşa genç öl' felsefesinin gerçeği yansıttığı ortaya çıktı. Araştırmaya göre müzisyenler, toplumun geneline kıyasla 25 yıl daha erken ölüyor.
Avusturalya'daki Sidney Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre şarkıcılar, toplumun geneline kıyasla 25 yıl daha erken ölüyor. Araştırma kapsamında 1950'den başlayıp günümüze kadar hayatını kaybeden 12 bin 665 müzisyen incelendi. Sonuçlarda bir müzisyenin kazayla hayatını kaybetme oranının normal bir insana göre 5-10 kat daha fazla olduğu ortaya çıktı. Erkek müzisyenlerin yaşam ömrü ortalama 55-60 yıl iken; kadın müzisyenlerde de 60 olarak açıklandı. Elvis Presley 42, Amy Winehouse 28, Michael Jackson 51 yaşında hayata veda etmişti.
Elvis Presley son yıllarında yeme hastalığına yakalanmıştı. Bir gece banyosunda kusarken hayatını kaybetti. Doktoru, ölümüne kalp yetmezliğinin neden olduğunu söyledi. 42 yaşındaydı.
Araştırmayı yapan gruptan Profesör Dianna Kenny, "Pop müzik dünyasında her şeyin yolunda gitmediğine dair kesin kanıtlarımız var" dedi. Sonuçlara göre bir müzisyenin intihar etme olasılığı, normal bir insana kıyasla 2-7 kat daha fazla. Cinayete kurban gitme ihtimali ise, 8 kat daha yüksek.
'27 YAŞ' TESADÜF MÜ?
Müzik dünyasında efsane olmuş isimlerin çoğunlukla 27 yaşında intihar etmesi geçtiğimiz yıllarda sıkça irdelenen konulardan biriydi. 2011 yılında Quensland Üniversitesi'nin yaptığı incelemeye göre rock yıldızlarının aynı yaşta intihar yolunu seçmeleri tamamen tesadüf olarak nitelendirildi.
Avusturalya'daki Sidney Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre şarkıcılar, toplumun geneline kıyasla 25 yıl daha erken ölüyor. Araştırma kapsamında 1950'den başlayıp günümüze kadar hayatını kaybeden 12 bin 665 müzisyen incelendi. Sonuçlarda bir müzisyenin kazayla hayatını kaybetme oranının normal bir insana göre 5-10 kat daha fazla olduğu ortaya çıktı. Erkek müzisyenlerin yaşam ömrü ortalama 55-60 yıl iken; kadın müzisyenlerde de 60 olarak açıklandı. Elvis Presley 42, Amy Winehouse 28, Michael Jackson 51 yaşında hayata veda etmişti.
Elvis Presley son yıllarında yeme hastalığına yakalanmıştı. Bir gece banyosunda kusarken hayatını kaybetti. Doktoru, ölümüne kalp yetmezliğinin neden olduğunu söyledi. 42 yaşındaydı.
Araştırmayı yapan gruptan Profesör Dianna Kenny, "Pop müzik dünyasında her şeyin yolunda gitmediğine dair kesin kanıtlarımız var" dedi. Sonuçlara göre bir müzisyenin intihar etme olasılığı, normal bir insana kıyasla 2-7 kat daha fazla. Cinayete kurban gitme ihtimali ise, 8 kat daha yüksek.
'27 YAŞ' TESADÜF MÜ?
Müzik dünyasında efsane olmuş isimlerin çoğunlukla 27 yaşında intihar etmesi geçtiğimiz yıllarda sıkça irdelenen konulardan biriydi. 2011 yılında Quensland Üniversitesi'nin yaptığı incelemeye göre rock yıldızlarının aynı yaşta intihar yolunu seçmeleri tamamen tesadüf olarak nitelendirildi.
Dünya minik dahiyi konuşuyor
9 yaşındaki Carlos Perez Naval, yaşıtlarından biraz daha farklı bir çocuk. Naval, boyundan büyük dev fotoğraf makinesiyle vahşi yaşam fotoğrafları çeken ödüllü minik bir dahi...
1964 yılından bu yana, Londra’da bulunan Ulusal Tarih Müzesi, geleneksel olarak Yılın Fotoğrafçısı dalında ödüller dağıtıyor. Bu yıl ise, Genç Vahşi Yaşam Fotoğraf Ödülü’ün sahibi, sahiden de epey genç bir fotoğrafçıya gitti. İspanya’dan 9 yaşındaki Carlos Perez Naval, ödülü koltuğunun altına aldı!
4 YAŞINDA BAŞLADI
Carlos’un ailesi seyahate çok düşkün. Dünyayı köşe bucak gezmeyi çok seven aile, bugüne kadar her seyahate yanlarına mutlaka oğulları Carlos’u da aldı. Carlos daha 4 yaşındayken doğada gördüğü ve çok etkilendiği anları fotoğraflamaya başladı.
Carlos, ödülünü Cambridge düşesi Kate Middleton'ın elinden aldı.
Oğullarındaki yeteneği keşfeden aile, ona daha gelişmiş fotoğraf makinesi, daha büyük lensler ve profesyonel ekipmanlar almaya başladı. Ailesinin desteğiyle Carlos bugün boyundan büyük işler yapıyor. Aşağıda gördüğünüz tüm fotoğraflar bizzat ona ait
1964 yılından bu yana, Londra’da bulunan Ulusal Tarih Müzesi, geleneksel olarak Yılın Fotoğrafçısı dalında ödüller dağıtıyor. Bu yıl ise, Genç Vahşi Yaşam Fotoğraf Ödülü’ün sahibi, sahiden de epey genç bir fotoğrafçıya gitti. İspanya’dan 9 yaşındaki Carlos Perez Naval, ödülü koltuğunun altına aldı!
4 YAŞINDA BAŞLADI
Carlos’un ailesi seyahate çok düşkün. Dünyayı köşe bucak gezmeyi çok seven aile, bugüne kadar her seyahate yanlarına mutlaka oğulları Carlos’u da aldı. Carlos daha 4 yaşındayken doğada gördüğü ve çok etkilendiği anları fotoğraflamaya başladı.
Carlos, ödülünü Cambridge düşesi Kate Middleton'ın elinden aldı.
Oğullarındaki yeteneği keşfeden aile, ona daha gelişmiş fotoğraf makinesi, daha büyük lensler ve profesyonel ekipmanlar almaya başladı. Ailesinin desteğiyle Carlos bugün boyundan büyük işler yapıyor. Aşağıda gördüğünüz tüm fotoğraflar bizzat ona ait
Hadise "İnsanlar çok acımasız"
Televizyon ekranında sıkça görmeye alışkın olduğumuz kişileri yakından tanıdığımızı düşünürüz. Ama bu bir yanılsama olabilir... Hayatında yeni bir sayfa açan Hadise’yle ilgili de bildiklerinizi unutun. Ünlü şarkıcı, hayatının en verimli yaşlarını nasıl geçirdiğini InStyle’a anlattı.
Yaz bitti ve kış aylarında yoğun bir çalışma dönemi seni bekliyor. Tatil yapabildin mi?
- Çok çalıştığım bir dönemin ardından tatile çıkabildim, önce Belçika’ya gittim. Bir müzik programına katıldım ve çok eğlendim.
Nasıl bir programdı?
- Karşılıklı iki müzisyen grubun, ekranda beliren fotoğraftan şarkıları tahmin etmeye çalıştığı ve sonrasında piyanist eşliğinde seslendirdiği bir yarışmaydı. Programın içeriği mesleğimle ilgili olduğundan, katılmaktan mutluluk duydum.
Peki, Belçika’nın ardından rotanı nereye çevirdin?
- Amsterdam’a gittim, çok güzeldi. İki ay boyunca çok çalışmıştım, rahat rahat yürüyüş yapmaya ve gezmeye vakit bulamamıştım. Amsterdam’da şansımıza hava çok güzeldi, bol bol bisiklete bindik, bot turlarına katıldık. Kız kardeşlerimle müze gezmeyi çok severiz, Anne Frank Müzesi’ni de ziyaret ettim ve çok etkilendim. Üzerine uzun uzun düşündüm...
16 yaşında Yahudi soykırımında hayatını kaybeden Anne Frank’ın hayatı gerçekten çok hüzünlü...
- Evet, çok üzücü. Öncesinde kitabını okumuştum, müzeyi de görmek istedim.
En son okuduğun kitap “Anne Frank’ın Hatıra Defteri” mi?
- Evet. Aslında hepimizin bildiği bir hikaye. Herkes bir şekilde Anne Frank’ı biliyor ama günlüğünü okumak başka bir şey. Anlamak için okumak gerekiyor ve okuduğumda çok etkilendim. Şimdi Amsterdam’da günlüklerinden yola çıkarak bir tiyatro oyunu sahnelenmeye başlamış. İlk tatil fırsatımda gidip izlemeyi çok istiyorum.
Hem dinlenerek, hem düşünerek hem de yenilenerek geçen tatilin ardından hızla ekrana ve projelerine döndün. Ama tüm bunların öncesinde yaz aylarında “Nerdesin Aşkım” albümün çok konuşuldu...
- “Nerdesin Aşkım” albümüm yaz başında çıkmıştı ve çok başarılı oldu. Üç yıldır albüm çıkarmıyordum. Sadece hayranlarımı üzmemek için birkaç single çıkarmıştım. Bunun yapımcılığını ablamla üstlendik ve Pasaj Müzik’le beraber çıkardık. Çok farklı bir tecrübeydi. Sonuçta ben müzisyenim ve işin business tarafına ilk kez geçtim.
Neler öğrendin?
- Öncelikle kendinle ilgili çok şey öğreniyorsun. Mesela; susmayı, dinlemeyi, neler istediğini doğrudan söylemeyi ve “Şunu söylersem kalbi kırılır” dememeyi... Herkes düzgün çalışmak, üretmek zorunda diyorsun. Aslında iş yapmaya gerçek anlamda başlıyorsun, büyümen gerekiyor. Beni de bu anlamda, sanatçı olarak büyüttü.
GÜÇLÜ BİR GENÇ KADIN OLSAM DA DUYGUSALIM
22 Ekim’de 29’uncu yaşını kutladın. İnsanların her 10 yılda bir değiştiğini ve yenilendiğini söyleyen bilim insanlarının tezini doğrular bir profil çiziyorsun.
- Hayatının üçüncü 10 yılına başlarken yeni tecrübeler biriktiriyorsun. Bu gerçekten bambaşka bir hismiş. “Nerdesin Aşkım’ın videosu ilk kez bir müzik kanalında yayınlandığında annem yanımdaydı. Birbirimize sarılıp ağlamaya başladık. Çok duygusal bir andı. Oysa bugüne kadar onlarca klip çektim ve televizyonlarda videolarımın dönmesine alışkınım. Ama güçlü bir genç kadın olsam da aslında duygusalımdır. Yaptığım işin başarılı olması beni çok etkiliyor.
Sanatçıların üretmek için kendilerine has meditasyon veya rahatlama metotları olabiliyor. Sen neler yaparsın?
- Duygularını yüksek yaşayan biriyim ve geceleri hemen uyumam. Evimde çok mum vardır, onları yakıp beni rahatlatacak müzikler dinlerim. Bazen de penceremden İstanbul’u izlerim kendi kendime.
Pencerenin gerisindeki hayata bakarken hayal kurar mısın?
- Çok hayal kurarım ama illa çok büyük şeyler olması gerekmiyor. Küçücük bir şey bile olabilir. Mesela önümüzdeki hafta ailemle bir araya geldiğimde neler yaparız diye düşünürüm. Çünkü son iki aylık ajandamı görseydin, küçük şeylerin insan hayatında daha önemli olduğuyla ilgili hislerime hak verirdin. İnsan her zaman farkında oluyor ama bazı anlar var ki ailenin kıymeti daha da artırıyor. Benim için tam da böyle bir yıl oldu.
BENİ KORUYAN ASKERLERİM VAR
Bazen insanın içinden üretmek gelmez ama piyasa sürekli yeni bir şey yapman için arkandan ittirir. Bu nasıl bir duygu?
- Kendini bu duygudan korumak istiyorsan sosyal medyadan biraz uzak duracaksın, yazılanları görmeyeceksin. Tabii benim de sosyal medya hesaplarım var ama kendim girip bakmıyorum, ablam yönetiyor. Çünkü sosyal medyada insanlar çok kırıcı olabiliyor, onları görmek istemiyorum. Tanımadığım bir insanın saçma sapan bir cümlesiyle günümü mahvetmek istemiyorum. Kendimi bu şekilde koruyorum. Evet, tecrübeliyim ama sonuçta ben de bir insanım ve yenik düştüğüm anlar oluyor. Tam o anda tanımadığın bir insanın bir cümlesi seni dağıtabiliyor. Bence insanlar çok acımasız. Önceden böyle değildi, şimdi ise herkes saldırmayı seviyor. Kimse bir sanatçıyı sevmeye mecbur değil ama hakaret de edemezsin.
Hayran olunmak nasıl bir şey?
- Çok ilginç ve süper bir şey. Bir de benim fan’lar müthiş, ne desem bilemiyorum. İnanılmazlar. Birisi bir sahte hesap mı açtı sosyal medyada; kapatmak için hücum ediyorlar oraya ve bunu başarıyorlar. Yani kendi askerlerim var, öyle hissediyorum. Arkamda beni koruyan, benimle bu yolda yürüyen insanlar onlar.
Hep güzel olmak, mutlu ve iyi görünmek zorundasın. Kısaca ideal kadın olmak zorundasın. Zor değil mi bu?
- Hem de çok zor. Bir de maalesef bizim ülkemizde kadınların üzerine erkeklerden daha çok gidiliyor. Eylül ayında en çok konuşulan 10 isim arasında ben de vardım. Ülkemiz magazini çok sevdiği için bir sanatçı olarak çok dikkatli davranmamız lazım.
EGO YARIŞINDA DEĞİLİZ BİZ
Biraz “O Ses Türkiye”yi konuşalım. Çok eğleniyorsunuz gibi gözüküyor, gerçekten eğleniyor musunuz?
- Gerçekten eğleniyoruz. Benim artık dördüncü yılım ve bu kadar eğlence beklemiyordum. Mazhar ve Özkan abi yıllardır saygı duyduğumuz, çok başarılı büyüklerimiz. Onlarla kapışmak, savaşmak çok eğlenceli oluyor. Orada egolar yarışmıyor çünkü... Herkes istediğini konuşabiliyor, kasmıyoruz.
Starların isimsiz yarışmacılar için mücadele vermesi ilginç...
- Evet, çok ilginç değil mi? (Gülüyor) Mesela Ebru başlarda “Nasıl yalvaracağım ben?” diyordu.
Programa veya sahneye çıkmadan önce yaptığın gizli uğurların var mı?
- Dualarım var. Her zaman bir yere çıkmadan önce dua okurum. Her zaman...
Yaz bitti ve kış aylarında yoğun bir çalışma dönemi seni bekliyor. Tatil yapabildin mi?
- Çok çalıştığım bir dönemin ardından tatile çıkabildim, önce Belçika’ya gittim. Bir müzik programına katıldım ve çok eğlendim.
Nasıl bir programdı?
- Karşılıklı iki müzisyen grubun, ekranda beliren fotoğraftan şarkıları tahmin etmeye çalıştığı ve sonrasında piyanist eşliğinde seslendirdiği bir yarışmaydı. Programın içeriği mesleğimle ilgili olduğundan, katılmaktan mutluluk duydum.
Peki, Belçika’nın ardından rotanı nereye çevirdin?
- Amsterdam’a gittim, çok güzeldi. İki ay boyunca çok çalışmıştım, rahat rahat yürüyüş yapmaya ve gezmeye vakit bulamamıştım. Amsterdam’da şansımıza hava çok güzeldi, bol bol bisiklete bindik, bot turlarına katıldık. Kız kardeşlerimle müze gezmeyi çok severiz, Anne Frank Müzesi’ni de ziyaret ettim ve çok etkilendim. Üzerine uzun uzun düşündüm...
16 yaşında Yahudi soykırımında hayatını kaybeden Anne Frank’ın hayatı gerçekten çok hüzünlü...
- Evet, çok üzücü. Öncesinde kitabını okumuştum, müzeyi de görmek istedim.
En son okuduğun kitap “Anne Frank’ın Hatıra Defteri” mi?
- Evet. Aslında hepimizin bildiği bir hikaye. Herkes bir şekilde Anne Frank’ı biliyor ama günlüğünü okumak başka bir şey. Anlamak için okumak gerekiyor ve okuduğumda çok etkilendim. Şimdi Amsterdam’da günlüklerinden yola çıkarak bir tiyatro oyunu sahnelenmeye başlamış. İlk tatil fırsatımda gidip izlemeyi çok istiyorum.
Hem dinlenerek, hem düşünerek hem de yenilenerek geçen tatilin ardından hızla ekrana ve projelerine döndün. Ama tüm bunların öncesinde yaz aylarında “Nerdesin Aşkım” albümün çok konuşuldu...
- “Nerdesin Aşkım” albümüm yaz başında çıkmıştı ve çok başarılı oldu. Üç yıldır albüm çıkarmıyordum. Sadece hayranlarımı üzmemek için birkaç single çıkarmıştım. Bunun yapımcılığını ablamla üstlendik ve Pasaj Müzik’le beraber çıkardık. Çok farklı bir tecrübeydi. Sonuçta ben müzisyenim ve işin business tarafına ilk kez geçtim.
Neler öğrendin?
- Öncelikle kendinle ilgili çok şey öğreniyorsun. Mesela; susmayı, dinlemeyi, neler istediğini doğrudan söylemeyi ve “Şunu söylersem kalbi kırılır” dememeyi... Herkes düzgün çalışmak, üretmek zorunda diyorsun. Aslında iş yapmaya gerçek anlamda başlıyorsun, büyümen gerekiyor. Beni de bu anlamda, sanatçı olarak büyüttü.
GÜÇLÜ BİR GENÇ KADIN OLSAM DA DUYGUSALIM
22 Ekim’de 29’uncu yaşını kutladın. İnsanların her 10 yılda bir değiştiğini ve yenilendiğini söyleyen bilim insanlarının tezini doğrular bir profil çiziyorsun.
- Hayatının üçüncü 10 yılına başlarken yeni tecrübeler biriktiriyorsun. Bu gerçekten bambaşka bir hismiş. “Nerdesin Aşkım’ın videosu ilk kez bir müzik kanalında yayınlandığında annem yanımdaydı. Birbirimize sarılıp ağlamaya başladık. Çok duygusal bir andı. Oysa bugüne kadar onlarca klip çektim ve televizyonlarda videolarımın dönmesine alışkınım. Ama güçlü bir genç kadın olsam da aslında duygusalımdır. Yaptığım işin başarılı olması beni çok etkiliyor.
Sanatçıların üretmek için kendilerine has meditasyon veya rahatlama metotları olabiliyor. Sen neler yaparsın?
- Duygularını yüksek yaşayan biriyim ve geceleri hemen uyumam. Evimde çok mum vardır, onları yakıp beni rahatlatacak müzikler dinlerim. Bazen de penceremden İstanbul’u izlerim kendi kendime.
Pencerenin gerisindeki hayata bakarken hayal kurar mısın?
- Çok hayal kurarım ama illa çok büyük şeyler olması gerekmiyor. Küçücük bir şey bile olabilir. Mesela önümüzdeki hafta ailemle bir araya geldiğimde neler yaparız diye düşünürüm. Çünkü son iki aylık ajandamı görseydin, küçük şeylerin insan hayatında daha önemli olduğuyla ilgili hislerime hak verirdin. İnsan her zaman farkında oluyor ama bazı anlar var ki ailenin kıymeti daha da artırıyor. Benim için tam da böyle bir yıl oldu.
BENİ KORUYAN ASKERLERİM VAR
Bazen insanın içinden üretmek gelmez ama piyasa sürekli yeni bir şey yapman için arkandan ittirir. Bu nasıl bir duygu?
- Kendini bu duygudan korumak istiyorsan sosyal medyadan biraz uzak duracaksın, yazılanları görmeyeceksin. Tabii benim de sosyal medya hesaplarım var ama kendim girip bakmıyorum, ablam yönetiyor. Çünkü sosyal medyada insanlar çok kırıcı olabiliyor, onları görmek istemiyorum. Tanımadığım bir insanın saçma sapan bir cümlesiyle günümü mahvetmek istemiyorum. Kendimi bu şekilde koruyorum. Evet, tecrübeliyim ama sonuçta ben de bir insanım ve yenik düştüğüm anlar oluyor. Tam o anda tanımadığın bir insanın bir cümlesi seni dağıtabiliyor. Bence insanlar çok acımasız. Önceden böyle değildi, şimdi ise herkes saldırmayı seviyor. Kimse bir sanatçıyı sevmeye mecbur değil ama hakaret de edemezsin.
Hayran olunmak nasıl bir şey?
- Çok ilginç ve süper bir şey. Bir de benim fan’lar müthiş, ne desem bilemiyorum. İnanılmazlar. Birisi bir sahte hesap mı açtı sosyal medyada; kapatmak için hücum ediyorlar oraya ve bunu başarıyorlar. Yani kendi askerlerim var, öyle hissediyorum. Arkamda beni koruyan, benimle bu yolda yürüyen insanlar onlar.
Hep güzel olmak, mutlu ve iyi görünmek zorundasın. Kısaca ideal kadın olmak zorundasın. Zor değil mi bu?
- Hem de çok zor. Bir de maalesef bizim ülkemizde kadınların üzerine erkeklerden daha çok gidiliyor. Eylül ayında en çok konuşulan 10 isim arasında ben de vardım. Ülkemiz magazini çok sevdiği için bir sanatçı olarak çok dikkatli davranmamız lazım.
EGO YARIŞINDA DEĞİLİZ BİZ
Biraz “O Ses Türkiye”yi konuşalım. Çok eğleniyorsunuz gibi gözüküyor, gerçekten eğleniyor musunuz?
- Gerçekten eğleniyoruz. Benim artık dördüncü yılım ve bu kadar eğlence beklemiyordum. Mazhar ve Özkan abi yıllardır saygı duyduğumuz, çok başarılı büyüklerimiz. Onlarla kapışmak, savaşmak çok eğlenceli oluyor. Orada egolar yarışmıyor çünkü... Herkes istediğini konuşabiliyor, kasmıyoruz.
Starların isimsiz yarışmacılar için mücadele vermesi ilginç...
- Evet, çok ilginç değil mi? (Gülüyor) Mesela Ebru başlarda “Nasıl yalvaracağım ben?” diyordu.
Programa veya sahneye çıkmadan önce yaptığın gizli uğurların var mı?
- Dualarım var. Her zaman bir yere çıkmadan önce dua okurum. Her zaman...
Yalnız uyuyacaksanız listeyi okumayın!
Bu gece yalnız başınıza uyuyacaksanız, belki de bu listeyi okumamanız daha iyi. Zira bu listedeki olayların tamamı gerçekte yaşanmış şeyler...
2. ‘Terk edilmiş’ bir ev
3. Yoldan çıkmış bir kostüm partisi mi, yoksa gelmiş geçmiş en garip seks partisi mi?
4. Fotoğrafı bile rahatsız eden tarikat töreni
5. Mısır’ı bir dönem devlerin istila etmesi olasılığı
7. Küçük bir çocuğun yaptığı korkunç çizim
11. Google Street View görüntüsü
12. Bir yılan, kocaman bir yarasayı yerken
13. Seri katil Ed Gein’in, gerçek insan derisinden yaptığı eldiveni
14. Koyunların sessizliği
16. ‘Nükleer Medusa’
Teknolojinin ilerlemesiyle beraber çeşitli fotoğraflar ve videolar bizi pek de korkutmaz oldu. Artık videolarda özel efekt kullanıldığını, çoğu fotoğrafın da manipüle edildiğini biliyoruz. Fakat antik Mısır’dan kalma, muhtemelen 4 metrelik birine ait olan parmağı görünce korkmamak elde değil.
İşte gerçekten yaşanmış, bir hayli korkutucu 16 olay…
1. “Cesedini bulamazlar” sözünün gerçek olmaya yaklaştığı o an
Sosyal medyada paylaşılan fotoğrafın altına şu not düşülmüş: “Dün gece ailem dışarı çıkmıştı ve evde tek başımaydım. Gün ve gece boyunca aralıklarla kar yağdı. Ertesi sabah kahvaltı yapmak için mutfağa indiğimde, gece pek de yalnız olmadığımı fark ettim.”
2. ‘Terk edilmiş’ bir ev
3. Yoldan çıkmış bir kostüm partisi mi, yoksa gelmiş geçmiş en garip seks partisi mi?
4. Fotoğrafı bile rahatsız eden tarikat töreni
İtalya’da garip bir tarikatın töreni. Fotoğraf bir baskın sırasında mı çekilmiş, yoksa töreni izlemeye gelen birisi mi çekmiş, bilinmiyor. Fakat yerde kan revan içinde bedenler olduğunu görmek mümkün.
5. Mısır’ı bir dönem devlerin istila etmesi olasılığı
Fotoğraftaki kesik parmak antik Mısır’dan kalma. “Ne var bunda, mumyadan kopmuş bir parmak işte…” deyip geçmeyin. Bu parmağın uzunluğu 38.1 santim. Bu da demek oluyor ki muhtemelen 4 metre 8 santim uzunluğunda birine aitti. Acaba Mısır bir dönem devler tarafından istila mı edildi?
6. 1991’de çekilen, gerçek bir ultrason görüntüsü
7. Küçük bir çocuğun yaptığı korkunç çizim
“Kendini öldür. Seni bekliyoruz”
8. Devasa bir kum fırtınasıyla karşı karşıya kalan küçücük bir tekne
Fotoğrafın çekildiği balıkçı teknesi bu anlardan sağ kurtuldu mu bilmiyoruz.
9. Denizdeki dev yaratık
1940’larda çekilen bu denizatı fotoğrafında, yüzgeci ve kuyruğu görünen bir yaratık var. Sorun şu ki, yaratığın kuyruk ve yüzgeci arasındaki mesafe 64 feet, yani yaklaşık 19.5 metre. Bu kadar büyük yaratık ne olabilir? Bazı uzmanlar Megalodon adıyla bilinen, büyük beyaz köpekbalıklarının atası olan balıkların son temsilcisi olabileceğini söylüyor. Ama kesin olarak bilmek imkansız tabii.
10. Sörfçülerin korkulu rüyası
10. Sörfçülerin korkulu rüyası
Ahtapot ihtilası mı, göz yanılmasına sebep olan yosunlar mı, yoksa binlerce uzvu olan tek bir yaratık mı? Her halükarda kimsenin karşılaşmak istemeyeceği bir görüntü…
11. Google Street View görüntüsü
Fransa’da sokak sokak gezen Google Street View arabasının yakaladığı görüntü tüyler ürperten cinsten. Google’da bu lokasyonu arattığınızda, garip yaratığın bulanıklaştırıldığını göreceksiniz. Bazıları bu yaratığın “Gooda” adında, insanların arasında gizlenerek yaşayan bir yaratık olduğunu söylüyor. Bazıları ise basit bir Cadılar Bayramı dekorasyonu olduğunu… bazı insanlar ise bu fotoğrafa baktıklarında herhangi bir gariplik görmediklerini, yalnızca bisikletinin yanında duran küçük bir çocuğu gördüklerini söylüyorlar.
12. Bir yılan, kocaman bir yarasayı yerken
13. Seri katil Ed Gein’in, gerçek insan derisinden yaptığı eldiveni
14. Koyunların sessizliği
Flaşla çekilen bir fotoğrafta koyunların gözleri parlamış. Buraya kadar her şey normal. Fakat sürüdeki istisnasız her koyunun neden gözlerini dikip fotoğrafı çeken kişiye baktığını bilmiyoruz.
15. Uzaylıya benzer bir kalamar
Sosuna bana bana yediğimiz kalamarların en gariplerinden birisi… Bigfin Kalamarı olarak bilinen bu yaratık, 2007 yılında, Meksika Körfezi’nden 229 metre açıkta görüntülenmiş. Söz konusu yaratıklar nadiren görülüyor ve bu yüzden de kimse tarafından incelenemedi. Nereden geldikleri, neden upuzun kolları olduğu ya da hangi türe mensup oldukları konusunda çok az bilgi var ve şu ana kadar görüntülenebilenlerinin sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor.
16. ‘Nükleer Medusa’
Gerçek hayatta bu görüntüye baksaydınız mutlaka ölürdünüz. Zira bu fotoğraf, insanlığın bakanı taşa dönüştüren yarı Tanrı Medusa’yı yaratmaya en çok yaklaştığı anı gösteriyor. Görüntü Çernobil’deki nükleer santralin bodrum katında çekilmiş. Santraldeki bir reaktör çekirdeği erimiş ve bu görüntü ortaya çıkmış. “Fil Ayağı” da denilen bu materyal yüzlerce ton ağırlığında ve birkaç metre genişliğe sahip. Fotoğraf, bu materyalin bulunduğu koridorun sonundan uzatılan bir ayna yardımıyla çekildi. Zira fotoğrafı çekmek için gönderilen uzaktan kumandalı fotoğraf makinası, radyasyon sebebiyle anında yok oldu.
(radikal.com.tr)
Sütyenin önden mi açılıyor diye sorunca...
Bir barda arkadaşının kuzeni Avukat C.E.'ye 'Güzel bir kadınsın. Sutyenini merak ediyorum önden mi açılıyor arkadan mı?' diyen üst düzey şirket yetkilisi Buğra Ç. hakkında cinsel taciz suçundan dava açıldı. İşadamının 2 yıla kadar hapsi isteniyor.
Avukat kadın, "Bir insan tanımadığı bir kadına nasıl böyle hitap edebilir? Hala elim ayağım titriyor" dedi.
Kuzeni İ.G. ile bir bara giden 27 yaşındaki Avukat C.E.'yi cinsel taciz mağduur yapan olay, genç avukatın masalarına gelen 45 yaşındaki Buğra Ç.'nin elini sıkmak istememesiyle yaşandı. Kuzeninin arkadaşı olan Buğra Ç. iddiaya göre , elindeki alkol kadehiyle masalarına yaklaştı. Ardından elini uzattı. Ancak C.E. eli sıkmak istemedi. Bunun üzerine iddiaya göre Buğra Ç. avukata dönerek 'Güzel bir kadınsın. Sutyenini merak ediyorum önden mi açılıyor arkadan mı?' diye sordu. Genç kadın, barın yöneticilerine durumu bildirerek barı terk etti. Ardından Cumhuriyet Başsavcılığı'na şikayette bulundu. Savcılık Buğra Ç. hakkında cinsel taciz suçundan 3 aydan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açtı. (HABERTÜRK)
Avukat kadın, "Bir insan tanımadığı bir kadına nasıl böyle hitap edebilir? Hala elim ayağım titriyor" dedi.
Kuzeni İ.G. ile bir bara giden 27 yaşındaki Avukat C.E.'yi cinsel taciz mağduur yapan olay, genç avukatın masalarına gelen 45 yaşındaki Buğra Ç.'nin elini sıkmak istememesiyle yaşandı. Kuzeninin arkadaşı olan Buğra Ç. iddiaya göre , elindeki alkol kadehiyle masalarına yaklaştı. Ardından elini uzattı. Ancak C.E. eli sıkmak istemedi. Bunun üzerine iddiaya göre Buğra Ç. avukata dönerek 'Güzel bir kadınsın. Sutyenini merak ediyorum önden mi açılıyor arkadan mı?' diye sordu. Genç kadın, barın yöneticilerine durumu bildirerek barı terk etti. Ardından Cumhuriyet Başsavcılığı'na şikayette bulundu. Savcılık Buğra Ç. hakkında cinsel taciz suçundan 3 aydan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açtı. (HABERTÜRK)
30 Ekim 2014 Perşembe
Hasta öğrenciden peruğunu çıkarmasını istedi!
İngiltere'de 11 yaşındaki progeria (erken yaşlanma) hastası Ashanti Elliott Smith'in öğretmeninin, saçlarının dökülmesi nedeniyle peruk takan küçük kızın peruğunu çıkartmasını istemesi tepki çekti.
Saçlarının dökülmesi nedeniyle okula pembe perukla giden 11 yaşındaki progeria (erken yaşlanma) hastası Ashanti Elliott Smith’in öğretmeninin, küçük kızı peruğunu çıkarmaya zorlaması tepkilere neden oldu. “Başka öğrencileri saçlarını boyamaya teşvik edeceği” nedeniyle Smith’in peruğunu çıkaran öğretmene eleştiri yağıyor.
Daily Mail’in haberine göre, küçük kız normal insanlara kıyasla sekiz kat daha hızlı yaşlanıyor ve bu nedenle 15 yaşından daha fazla yaşaması beklenmiyor. West Sussex’teki Oakmeeds Community College’da eğitimgören Ashanti’nin annesi Phoebe Smith, öğretmeninin “sınıfın soğuk olmaması” gerekçesiyle kızından peruğunu çıkarmasını istediğini belirtti. Kızının olayın ardından utandığını ve okula gitmek istemediğini söyleyen anne Smith, yaşananları şu sözlerle anlattı:
'KIZIMLA YALNIZCA BİRKAÇ YILIM KALDI'
“Ondan peruğunu çıkarmasını istediklerinde yıkıldı. Küçük kalbi kırılmıştı. Bu çok iğrenç. Peruk parlak, ancak hangi renkte peruk takmak istiyorsa takma hakkına sahip olmalı. Saçıyla çok gurur duyuyordu ama bu onun moralini bozdu. Onu okula götürdüğümde ofislerindeki üç öğretmen kızımın büyüleyici ve güzel gözüktüğünü ve peruğunun çok hoş olduğunu söyledi. Ancak arkamı döndüğümde peruğunu çıkarmasını istediler. Onun için utanç vericiydi. Peruğu okula ilk kez takmıştı ve o zamandan beri de okula gitmiyor. Pembe bir peruk ama diğer çocuklar anlardı. Kızımla yalnızca birkaç yılım kaldı, dolayısıyla onun hayatı dolu dolu yaşamasını istiyorum.” Medyafaresi
Saçlarının dökülmesi nedeniyle okula pembe perukla giden 11 yaşındaki progeria (erken yaşlanma) hastası Ashanti Elliott Smith’in öğretmeninin, küçük kızı peruğunu çıkarmaya zorlaması tepkilere neden oldu. “Başka öğrencileri saçlarını boyamaya teşvik edeceği” nedeniyle Smith’in peruğunu çıkaran öğretmene eleştiri yağıyor.
Daily Mail’in haberine göre, küçük kız normal insanlara kıyasla sekiz kat daha hızlı yaşlanıyor ve bu nedenle 15 yaşından daha fazla yaşaması beklenmiyor. West Sussex’teki Oakmeeds Community College’da eğitimgören Ashanti’nin annesi Phoebe Smith, öğretmeninin “sınıfın soğuk olmaması” gerekçesiyle kızından peruğunu çıkarmasını istediğini belirtti. Kızının olayın ardından utandığını ve okula gitmek istemediğini söyleyen anne Smith, yaşananları şu sözlerle anlattı:
'KIZIMLA YALNIZCA BİRKAÇ YILIM KALDI'
“Ondan peruğunu çıkarmasını istediklerinde yıkıldı. Küçük kalbi kırılmıştı. Bu çok iğrenç. Peruk parlak, ancak hangi renkte peruk takmak istiyorsa takma hakkına sahip olmalı. Saçıyla çok gurur duyuyordu ama bu onun moralini bozdu. Onu okula götürdüğümde ofislerindeki üç öğretmen kızımın büyüleyici ve güzel gözüktüğünü ve peruğunun çok hoş olduğunu söyledi. Ancak arkamı döndüğümde peruğunu çıkarmasını istediler. Onun için utanç vericiydi. Peruğu okula ilk kez takmıştı ve o zamandan beri de okula gitmiyor. Pembe bir peruk ama diğer çocuklar anlardı. Kızımla yalnızca birkaç yılım kaldı, dolayısıyla onun hayatı dolu dolu yaşamasını istiyorum.” Medyafaresi
Facebook'dan anne sütü sansürü!
Facebook'un 24 yaşındaki Emma Bond adlı kadının bebeğini emzirdiği fotoğrafı "çıplaklık" şikayetleri üzerine kaldırması tepki çekti.
Sosyal paylaşım sitesi Facebook ’un, 24 yaşındaki Emma Bond adlı kadının bebeğini emzirdiği fotoğrafı kaldırması tepki çekti. Şirket, kararın gerekçesini “çıplaklık” şikayetleri olarak açıklarken, fotoğrafın 166 bin kez beğenildiği belirtildi.
Telegraph’ın haberine göre, 12 hafta erken doğan Carene adlı bebeğini ilk kez emzirdiği “özel anı” 3 Ekim’de Facebook’ta paylaşan Bond’a, doğumdan sonra bebeğinin üç günden fazla yaşama ihtimalinin düşük olduğu söylenmiş. Bebeğinin sağlığına kavuşmasından duyduğu mutluluğu, gelişmeleri takip eden arkadaşlarıyla paylaşmak isteyen Bond, fotoğrafını, bir kişinin “çıplaklık” gerekçesiyle şikayet ettiğini öğrenince çok şaşırmış.
'GÖĞÜS UÇLARI KAPATILMALI'
Konu hakkında konuşan Bond, “Bu çok doğal ve özel; desteklenmesi gerekiyor. Carene, acil olarak sezaryenle doğdu. İlk kez emzirilmişti, dolayısıyla o fotoğrafı paylaşmamın bir nedeni vardı. O, sinirli bir andı ve aynı gün içinde çıplaklık içerdiği gerekçesiyle kaldırılması yaraya tuz basmak oldu. Fotoğraf, benim yeni doğmuş çocuğumu emzirmemden çok daha fazlasını temsil ediyor” dedi.
Facebook’tan yapılan açıklamada, emzirme fotoğraflarının firma politikasına hiçbir zaman karşı olmadığı ifade edilirken, “göğüs uçlarının kapatılması gerektiği” vurgulandı. Fotoğrafın yanlışlıkla kaldırıldığını belirten yetkililer, tepkiler üzerine geri yüklendiğini söyledi.
Sosyal paylaşım sitesi Facebook ’un, 24 yaşındaki Emma Bond adlı kadının bebeğini emzirdiği fotoğrafı kaldırması tepki çekti. Şirket, kararın gerekçesini “çıplaklık” şikayetleri olarak açıklarken, fotoğrafın 166 bin kez beğenildiği belirtildi.
Telegraph’ın haberine göre, 12 hafta erken doğan Carene adlı bebeğini ilk kez emzirdiği “özel anı” 3 Ekim’de Facebook’ta paylaşan Bond’a, doğumdan sonra bebeğinin üç günden fazla yaşama ihtimalinin düşük olduğu söylenmiş. Bebeğinin sağlığına kavuşmasından duyduğu mutluluğu, gelişmeleri takip eden arkadaşlarıyla paylaşmak isteyen Bond, fotoğrafını, bir kişinin “çıplaklık” gerekçesiyle şikayet ettiğini öğrenince çok şaşırmış.
'GÖĞÜS UÇLARI KAPATILMALI'
Konu hakkında konuşan Bond, “Bu çok doğal ve özel; desteklenmesi gerekiyor. Carene, acil olarak sezaryenle doğdu. İlk kez emzirilmişti, dolayısıyla o fotoğrafı paylaşmamın bir nedeni vardı. O, sinirli bir andı ve aynı gün içinde çıplaklık içerdiği gerekçesiyle kaldırılması yaraya tuz basmak oldu. Fotoğraf, benim yeni doğmuş çocuğumu emzirmemden çok daha fazlasını temsil ediyor” dedi.
Facebook’tan yapılan açıklamada, emzirme fotoğraflarının firma politikasına hiçbir zaman karşı olmadığı ifade edilirken, “göğüs uçlarının kapatılması gerektiği” vurgulandı. Fotoğrafın yanlışlıkla kaldırıldığını belirten yetkililer, tepkiler üzerine geri yüklendiğini söyledi.
İşe alınma şansınızı yok edebilecek 10 hata
Size göre bir iş buldunuz ve başvuracaksınız. Bu hatalara dikkat! Çok basit şeyler, iş tam size göre olsa bile işi kaybetmenize neden olabilir.
1. Eğitim ve deneyimlerinizin başvurduğunuz işle alakası yoksa,
2. Deneyim isteyen bir işe deneyimsiz bir özgeçmişle başvuruyorsanız,
3. İş deneyimlerinizle ilgili detay vermediyseniz,
4. Staj dönemi hakkında detay vermediyseniz,
5. Cep telefonu numaranız yazmıyorsa ve e-posta adresinin yeterli olduğunu düşündüyseniz,
6. İngilizce seviyenizi iyi gösterip hangi kurumlarda öğrendiğinizden bahsetmediyseniz,
7. Önceki işlerinizle ilgili tutarsız bilgiler verdiyseniz,
8. Yazacağınız önyazıda başvurduğunuz işten çok başka konulara değinmeniz,
9. CV'nizde yazım hatalarına dikkat etmediyseniz,
10. Ciddi bir işe ciddiyetsiz bir fotoğrafla başvurduysanız ,
o çok istediğiniz işin üzerine bir bardak soğuk su içmeniz gerekebilir.
1. Eğitim ve deneyimlerinizin başvurduğunuz işle alakası yoksa,
2. Deneyim isteyen bir işe deneyimsiz bir özgeçmişle başvuruyorsanız,
3. İş deneyimlerinizle ilgili detay vermediyseniz,
4. Staj dönemi hakkında detay vermediyseniz,
5. Cep telefonu numaranız yazmıyorsa ve e-posta adresinin yeterli olduğunu düşündüyseniz,
6. İngilizce seviyenizi iyi gösterip hangi kurumlarda öğrendiğinizden bahsetmediyseniz,
7. Önceki işlerinizle ilgili tutarsız bilgiler verdiyseniz,
8. Yazacağınız önyazıda başvurduğunuz işten çok başka konulara değinmeniz,
9. CV'nizde yazım hatalarına dikkat etmediyseniz,
10. Ciddi bir işe ciddiyetsiz bir fotoğrafla başvurduysanız ,
o çok istediğiniz işin üzerine bir bardak soğuk su içmeniz gerekebilir.
Renklerin psikolojinize etkisini biliyor musunuz?
Nöroloji Uzmanı Uzm. Dr. Mehmet Yavuz, renklerin insan psikolojisini nasıl etkisi altına aldığını şöyle açıkladı:
Mavi; yalnızlığı, üzüntüyü, depresyonu, bilgeliği, güveni ve sadakati simgeler. Sinir hastalıkları kliniklerinde kesinlikle mavi renkten özellikle koyu maviden kaçınılmalı, psikologların hasta görüşmelerinde mavi renkli giysiler asla giymemelidir. İş görüşmelerine mavi giyerek gitmek kararlılığı ve bağlılığı ifade eder. İş görüşmelerine giden kişilerin kostümlerinde mavi rengi tercih etmeleri işe kabul edilmelerini sağlayabilir.
Kırmızı; heyecan, agresiflik ve aşkın rengi temsil eder: Kırmızı rengi; sıcak, ateş, kan, aşk, samimiyet, güç, heyecan ve agresiflik gibi kavramları simgeler. Kırmızı kan basıncını ve solunumu hızlandırır, insanları çabuk karar almaya iter ve beklentileri arttırmaya teşvik edici bir etkisi vardır. Kırmızı renkteki kelimeler ve objeler insanların dikkatini hemen çeker. Dekorasyon ve dizayn yaparken kırmızı cisimlerin mükemmel olması önemlidir. Çünkü insanlar bu objeleri hemen farkedecektir.
Sarı: Şakacılığı aydınlığı samimiyeti ve hayata karşı rahat bir tutumu simgeler. Tıpkı güneşli bir gün gibi davet edicidir. Sarı, güneş ışığı gibidir, kendinizi iyi hissetmek için orda olmasını istersiniz ama gözünüzün içine girmesini istemezsiniz. Soluk sarı söz konusu olduğunda, çürümeyi, hastalığı, kıskançlığı ve hilekarlığı simgeler. Dolayısıyla sarı söz konusu olduğunda seçilen tonlar oldukça önemlidir. Sarı rengi tercih eden kişiler; özgür ve bağımsız olmayı sever, değişkenlikten hoşlanır, çapkın ve şıpsevdi bir yapı gösterebilir, çevrelerine enerji saçar ve ikna kabiliyetleri üst düzeydedir. Entellektüel olma, yöneticilik, hırs ve iddia bu kişilerin temel öğeleridir.
Yeşil: Sakinleştirici ve görme gücünü artıran etkisiyle öne çıkar: Yeşil, gözler için en rahat renktir ve görme gücünü artırır. Sakinleştiricidir ve sinir sistemi üzerinde doğal bir etki yapar. Televizyona çıkmadan önce insanların yeşil renkli odalara alınmaları onların heyecanlarını yatıştırabilir. Yeşil aynı zamanda hastanelerde de popüler bir renktir. Çünkü hastaların rahatlamasını sağlar. Yeşil, rengin farklı tonları farklı mesajlar iletir. Koyu yeşil soğukluk, erkeksilik, tutuculuk ve zenginlik kavramlarını ifade ederken; zümrüt yeşili ölümsüzlüğü, zeytin yeşili barışı temsil eder. Yeşil rengi tercih edenlerin kişilik analizinde; bu kişilerin kendilerine değer verme duygularının çok fazla olduğu görülür. Bu kişiler doğru bildiğinde ısrarcıdır, otoritesi ve inandırıcılığı ile çevresindekileri etkilemeyi başarır. Bazen abartıya kaçarak megaloman küstah bir kişilik sergileyebilir.
Beyaz ve siyah renkleri ciddiyete dikkat çeker: Siyah tartışmalı bir renktir. Bir taraftan karanlık güçler, suç ve kötülük ile düşünülürken diğer taraftan sadakat, sebat, dayanıklılık, ihtiyat, bilgelik ve güvenilirlik ile ilişkilendirilir. Bir tarafta yönetim ve güç anlamına gelirken diğer taraftan acı, keder ve yas anlamına gelir. Siyah, pek çok insan için kıyafet rengidir. Bazıları siyahı güçlü ve ciddi görünmek için kullanır. Bazıları ise daha zayıf gösterdiği için tercih eder. Beyaz saflığı, temizliği ve masumiyeti simgeler. Pek çok kültürde gelinler beyaz giyer. Ayrıca temizliği simgeler. Bu yüzden doktorlar, hemşireler ve laboratuvar teknisyenleri steril olmak için beyaz giyerler. Beyaz, ışığı yansıtır ve ortamı serin tutar. Dolayısıyla yaz ayının kıyafet rengidir. Genel olarak serin ve canlandıran bir his verir.
Renklerin en asili; mor: Mor, asaletin rengidir. Lüks hayat, zenginlik ve zarafeti simgeler. Aynı zamanda romantizmin, duygusallığın ve tutkunun rengidir. Bazı insanlar mor rengi, gösterişli havasından dolayı dekorasyonda kullanmayı sever. Bazıları ise suni bir renk olarak algılar.
Kahverengi, doğa ve güvenilirliğe işaret eder: Kahverengi, toprağın ve ahşabın rengidir. Sağlam ve güvenilir bir his verir. Kahverengi doğal, rahat ve açık bir atmosfer yaratmayı sağlar. Durağanlık, güçlülük, olgunluk ve güvenilirlik mesajlardır. Kahverengi, genelde erkeklerin favori rengidir.
Romantik pembe ile psikoloji sakinleşiyor: Pembe rengi, romantik ve narindir. Aynı zamanda sakinleştirici bir etkisi vardır. Araştırmalar gösteriyor ki, pembe insanları sakinleştirmekte ve kalpleri yumuşatmaktadır. Bir hapishane de kapı ve pencere demirleri pembeye boyandığında mahkumların agresif davranışlarının kaybolduğu müşahede edilmiştir. Pembe renkli bir odada, insan sinirlenmek istese bile başarılı olamaz. Pembe enerjiyi çeken sakinleştirici bir rol oynar. Ancak maalesef pembe rengin teskin edici etkileri bazen kısa süreli olabilir".
Su ağız kokusunu önlüyor
Rahatsız edici bir durum olan ağız kokusu birçok insanın yaşam kalitesini etkileyen, beşeri ilişkilerini sınırlayan önemli bir sorundur.
Ağız kokusu hem bizi hem de çevremizdeki insanları rahatsız eder. Bu durumla mücadele edenler, konuşmaktan kaçınır ya da konuşurken ağzını kapatma gereği duyar. Kişininkendilerine olan güvenini yitirmesine neden olan ağız kokusu, psikolojik sorunlara yol açabilecek bir rahatsızlıktır.
Diş Hekimi ve Protez UzmanıÇağdaş Kışlaoğlu, ağız kaynaklı yani tükürüksel ağız kokusunu önlemeye yardımcı olan suyun, diş sağlığını korumada önemli görevler üstlendiğine dikkat çekiyor.
Ağız kokusu neden kaynaklanır?
Tükürük bezleri; tükürük salgılamak ve bu salgıyı ağız içine iletmekle görevlidir. Gün içinde gıda alımının azalması (açlık), susuz kalma gibi nedenlerle de ağızdaki tükürük miktarı azalabiliyor. Aynı şekilde gece tükürük salgısı uykuda tamamen sıfırlanır. Ağızdaki tükürük üretiminin azaldığı, ağız kendini temizlemek için ihtiyaç duyduğu sıvıyı bulamaz. Bu nedenle özellikle sabahları uyandığımızda ağzımız kokabilir.
Hangi hastalıklar tükürük üretimini azaltır?
Kişisel kaynaklı nedenler dışında antihistaminikler, tansiyon ilaçları, psikiyatrik ilaçlar, şeker hastalığı, kansızlık ve ateşli hastalıklar da tükürük üretimini azaltan nedenler olarak dikkat çekiyor. Bunun dışında ağız içinde oluşmuş bir enfeksiyon, ilerlemiş bir diş eti hastalığı ağızda kokuya neden olabilir.
Suyun ağız kokusu üzerindeki güçlü etkisi
Çeşitli nedenlerle azalan tükürük miktarını, olması gereken düzeye getirmede su içmenin önemli bir etken olduğunu belirten Diş Hekimi ve Protez Uzmanı Çağdaş Kışlaoğlu, günde 2 litre su tüketilmesinin diş sağlığını korumaya ve tükürük kaynaklı ağız kokusunu engellemeye yardımcı olacağını belirtiyor. Yoğun olarak çay, kahve, Alkol içmenin ve şekerli gıdalar tüketmenin ağızdaki bakterilerin artmasına neden olacağını ve bunun sonucu olarak da ağız kokusu oluşacağını söyleyen Çağdaş Kışlaoğlu, bu yiyecek ve içeceklerin az miktarda tüketilmesi gerektiğini ve sigaradan uzak durmanın da bu konuda büyük önem taşıdığını sözlerine ekliyor.
Ağız kokusunu gidermek için yapılması gerekenler
Diş fırçalama işleminin yanı sıra, dili fırçalamak ve diş ipiyle diş aralarında yiyecek artıkları birikmesine engel olmak da ağız kokusunu engellemek konusunda büyük önem taşıyor. Eczanelerde satılan nane aromalı ağız gargaraları, yemeklerle birlikte nane ve maydanoz tüketmek, elma yemek, şekersiz sakız çiğnemek de ağız kokusunu engellemeye yardımcı oluyor.
Diş hastalıklarının ve diş bakımının ihmal etmek ağız kokusu oluşumunu neden olur. Diş çürükleri, bazı diş eti hastalıkları, ağız içinde var olan eski köprü ve protezler de ağız kokusuna neden olabilir. Bu tip rahatsızlıkların uzman doktor tarafından tedavi edilmesi gerekmektedir.
Dil çok girintili ve pütürlü yapısı sebebiyle bakterilerin rahatça yerleşip zor temizlenebileceği bir dokudur. Dişlerinizle birlikte dilin yüzeyinin ve özellikle arka kısmının fırçalanması kokuyu önlemek açısından önemlidir. (milliyet.com.tr)
Ağız kokusu hem bizi hem de çevremizdeki insanları rahatsız eder. Bu durumla mücadele edenler, konuşmaktan kaçınır ya da konuşurken ağzını kapatma gereği duyar. Kişininkendilerine olan güvenini yitirmesine neden olan ağız kokusu, psikolojik sorunlara yol açabilecek bir rahatsızlıktır.
Diş Hekimi ve Protez UzmanıÇağdaş Kışlaoğlu, ağız kaynaklı yani tükürüksel ağız kokusunu önlemeye yardımcı olan suyun, diş sağlığını korumada önemli görevler üstlendiğine dikkat çekiyor.
Ağız kokusu neden kaynaklanır?
Tükürük bezleri; tükürük salgılamak ve bu salgıyı ağız içine iletmekle görevlidir. Gün içinde gıda alımının azalması (açlık), susuz kalma gibi nedenlerle de ağızdaki tükürük miktarı azalabiliyor. Aynı şekilde gece tükürük salgısı uykuda tamamen sıfırlanır. Ağızdaki tükürük üretiminin azaldığı, ağız kendini temizlemek için ihtiyaç duyduğu sıvıyı bulamaz. Bu nedenle özellikle sabahları uyandığımızda ağzımız kokabilir.
Hangi hastalıklar tükürük üretimini azaltır?
Kişisel kaynaklı nedenler dışında antihistaminikler, tansiyon ilaçları, psikiyatrik ilaçlar, şeker hastalığı, kansızlık ve ateşli hastalıklar da tükürük üretimini azaltan nedenler olarak dikkat çekiyor. Bunun dışında ağız içinde oluşmuş bir enfeksiyon, ilerlemiş bir diş eti hastalığı ağızda kokuya neden olabilir.
Suyun ağız kokusu üzerindeki güçlü etkisi
Çeşitli nedenlerle azalan tükürük miktarını, olması gereken düzeye getirmede su içmenin önemli bir etken olduğunu belirten Diş Hekimi ve Protez Uzmanı Çağdaş Kışlaoğlu, günde 2 litre su tüketilmesinin diş sağlığını korumaya ve tükürük kaynaklı ağız kokusunu engellemeye yardımcı olacağını belirtiyor. Yoğun olarak çay, kahve, Alkol içmenin ve şekerli gıdalar tüketmenin ağızdaki bakterilerin artmasına neden olacağını ve bunun sonucu olarak da ağız kokusu oluşacağını söyleyen Çağdaş Kışlaoğlu, bu yiyecek ve içeceklerin az miktarda tüketilmesi gerektiğini ve sigaradan uzak durmanın da bu konuda büyük önem taşıdığını sözlerine ekliyor.
Ağız kokusunu gidermek için yapılması gerekenler
Diş fırçalama işleminin yanı sıra, dili fırçalamak ve diş ipiyle diş aralarında yiyecek artıkları birikmesine engel olmak da ağız kokusunu engellemek konusunda büyük önem taşıyor. Eczanelerde satılan nane aromalı ağız gargaraları, yemeklerle birlikte nane ve maydanoz tüketmek, elma yemek, şekersiz sakız çiğnemek de ağız kokusunu engellemeye yardımcı oluyor.
Diş hastalıklarının ve diş bakımının ihmal etmek ağız kokusu oluşumunu neden olur. Diş çürükleri, bazı diş eti hastalıkları, ağız içinde var olan eski köprü ve protezler de ağız kokusuna neden olabilir. Bu tip rahatsızlıkların uzman doktor tarafından tedavi edilmesi gerekmektedir.
Dil çok girintili ve pütürlü yapısı sebebiyle bakterilerin rahatça yerleşip zor temizlenebileceği bir dokudur. Dişlerinizle birlikte dilin yüzeyinin ve özellikle arka kısmının fırçalanması kokuyu önlemek açısından önemlidir. (milliyet.com.tr)
Seks için şişmansın deyince 80 kilo verdi
Erkek arkadaşının kendisini kiloları yüzünden aşağılamasına katlanamayan genç kadın 80 kilo verdi.
Mirror gazetesinde yer alan habere göre, İngiliz Paige Way 145 kilo ağırlığındayken, erkek arkadaşının seks sırasında "göbeğin araya giriyor" demesi sonucunda şoka girmişti. Bu duruma artık bir dur demesi gerektiğine karar veren Paige, kafasına göre Diyet yapmaya başladı.
Sağlıksız bir diyet benimseyen Paige, fiziksel olarak çökünce diyetisyene gitti ve hayatını düzene soktu.
Erkek arkadaşını terk eden 22 yaşındaki genç kadın, 8 ay sonunda 80 kilo vermeyi başardı.
Şu anki görünüşüyle gurur duyduğunu söyleyen Paige, göbeğinden hiçbir şikayeti olmadığını söylüyor. Milliyet
Mirror gazetesinde yer alan habere göre, İngiliz Paige Way 145 kilo ağırlığındayken, erkek arkadaşının seks sırasında "göbeğin araya giriyor" demesi sonucunda şoka girmişti. Bu duruma artık bir dur demesi gerektiğine karar veren Paige, kafasına göre Diyet yapmaya başladı.
Sağlıksız bir diyet benimseyen Paige, fiziksel olarak çökünce diyetisyene gitti ve hayatını düzene soktu.
Erkek arkadaşını terk eden 22 yaşındaki genç kadın, 8 ay sonunda 80 kilo vermeyi başardı.
Şu anki görünüşüyle gurur duyduğunu söyleyen Paige, göbeğinden hiçbir şikayeti olmadığını söylüyor. Milliyet
'Kıvanç Tatlıtuğ'un dizisi sona erdi'
"...Kıvanç’a değil, aslında dizi sektörüne geçmiş olsun demek lazım..."
Hürriyet'ten Cengiz Semercioğlu'nun bugünkü yazısı...
Kaçınılmaz son gerçekleşti ve Kıvanç Tatlıtuğ’un dizisi Kurt ve Seyit Şura bitti...
Senaryoda yapılan değişikler, oyuncu takviyeleri diziyi kurtarmaya yetmedi.
Geçen yıl başlayan ve ilk bölümden itibaren istenilen ratingi almayan dizinin arkasında Star yönetimi ısrarla durmuştu...
Yurt dışı satışları olmasa bugüne kadar bile gelemezdi dizi ama oradan elde edilen gelirle bugüne kadar direnebildi...
Sonunda kanal yönetimi de dayanamadı ve diziyi bitirmeye karar verdi.
Üç hafta daha yayınlandıktan sonra ekrana veda edecek dizi...
Kurt Seyit gibi Benim Adım Gültepe gibi iddialı, büyük prodüksiyonların, kaliteli işlerin, iyi çekilmiş yapımların yayından kalkması Türk televizyonculuğu için büyük kayıp...
Çünkü yapımcılar ve kanallar ortada bu örnekler varken bundan sonra böyle büyük işlere girmekte aynı cesareti gösteremeyecekler.
O yüzden Kıvanç’a değil, aslında dizi sektörüne geçmiş olsun demek lazım...
Hürriyet'ten Cengiz Semercioğlu'nun bugünkü yazısı...
Kaçınılmaz son gerçekleşti ve Kıvanç Tatlıtuğ’un dizisi Kurt ve Seyit Şura bitti...
Senaryoda yapılan değişikler, oyuncu takviyeleri diziyi kurtarmaya yetmedi.
Geçen yıl başlayan ve ilk bölümden itibaren istenilen ratingi almayan dizinin arkasında Star yönetimi ısrarla durmuştu...
Yurt dışı satışları olmasa bugüne kadar bile gelemezdi dizi ama oradan elde edilen gelirle bugüne kadar direnebildi...
Sonunda kanal yönetimi de dayanamadı ve diziyi bitirmeye karar verdi.
Üç hafta daha yayınlandıktan sonra ekrana veda edecek dizi...
Kurt Seyit gibi Benim Adım Gültepe gibi iddialı, büyük prodüksiyonların, kaliteli işlerin, iyi çekilmiş yapımların yayından kalkması Türk televizyonculuğu için büyük kayıp...
Çünkü yapımcılar ve kanallar ortada bu örnekler varken bundan sonra böyle büyük işlere girmekte aynı cesareti gösteremeyecekler.
O yüzden Kıvanç’a değil, aslında dizi sektörüne geçmiş olsun demek lazım...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)